Hz. Osman'la birlikte asabiyet Arap/Kureyş/Emevi unsuruna iyice kaydırıldı ve bu dayatıldı. Hz. Ali genelde Hz. Peygamber'in yeni değerlerine yaslanarak bu dayatmaya karşı çıktıysa da, etrafında oluşan muhalefet Arap/Kureyş/Haşimi temelinde kendini ifade etmek zorunda kaldı. Muaviye'yle birlikte bu mülk iddiası devam etmekle kalmadı, kendi ideolojisini de üretti. Temel iddia şuydu: ''Arap/Kureyş/Emevi unsuru mülkün asıl sahibidir. Bu İslam'dan önce böyle olduğu gibi islami dönemde de böyledir. Ve bu mülk, bir ilahi hak olup Allah bunu böyle takdir etmiştir:' Burada Kureyş'in eski ''Atalar Kültü': İslami dönemde "Peygamber'in Kureyşi olması"na dönüşmüştür. Önceleri geçmişteki otorite "atalar" (gelenek) iken, İslami dönemde "sünnet" (gelenek) olmuştur. Mülk, sünnet adına elde tutulmakta, korunmakta ve kollanmaktadır. Nitekim Muaviye, Emevi darbesiyle yönetimi ele geçirdikten hemen sonra Medine'ye gelerek yaptığı konuşmada bunu açıkça ifade etmektedir. H. 41 yılını "Cemaat yılı" ilan ederek "Ehl- i Sünne ve'l-Cemaa" kavramının temelini atmıştır. Bütün Emevi dönemi boyunca bu Arap/Kureyş/Emevi asabiyetine dayalı mülk iddiası devam etmiştir. Kader doktrini resmi ideoloj i haline getirilmiş, siyasi/sosyal durumun Allah'ın bir takdiri olduğu dayatılmıştır. Emeviler döneminin gelenekçiliği böylece bir "devlet söylemi" haline gelmiştir. Devletin sahibi olan Arap/Kureyş/Emevi asabiyeti meşruluğunu, mülkün zaten eski sahibi olmalarından, yine mülkün yeni sahibi Peygamberin Arap/ Kureyş oluşundan ve Allah'ın ezeli takdirinden almaktadır. Buna karşı çıkanlar Mevali, bid'atçı ve kaderi inkar edenlerdir. Nitekim Emevi dönemi muhalefetine baktığımız da bu özelliklere sahip grupların giderek yükseldiğini görüyoruz.