Gülerken ağlayanım, ağlarken gülenim
Varlığım, nedenim, alınyazım benim
Elbette ağlamayacaksın
Çünkü sonsuzluklar
Sonsuz sevenler içindir
Çünkü ölüm
Sevmeyi ve ölmeyi bilenler içindir.”
Ümit Yaşar Oğuzcan, kendi tasviriyle “aşkın ve ölümün şairi”… Hüzün dolu bir yaşam boyu ölüme hasret çekmiş, çaresiz bir melankolik…
Hayatı boyunca ölümün sancısı sarmıştı dört bir yanını. Ölüm bir nefes mesafedeydi ona hep. Böylelikle başlamıştı Azrail’in her nefesinde Ümit’in ürperiş öyküsü.
3 yaşında ayağını kırdı. Bir sene sonra ise mangala oturdu. 5 yaşına geldiğinde taş bir merdivenden düşerek ölümü teğet geçti. 7 yaşındayken başına sandık kapağı düştü. Yine o dönemde ateşli bir kızamık sonucu kekeme oldu. 14 yaşında apandisit ameliyatı oldu. 19 yaşında böbrek, 30 yaşına geldiğindeyse bademcik ameliyatı oldu.
Ömrünün her evresinde talihsizlikler peşini hiç bırakmadı. Melankolik oluşu da bundandı biraz. Ölümün esiri olmamış, ölümü esir almıştı. Kendi ifadesine göre 3 kez intihar girişiminde bulunmuştu ancak hiçbiri başarıyla sonuçlanmadı.
“Her yerim ayrı ayrı ölmeli
Yoksa ölüm yok bana bu dünyada
Bir kurşun beynime girsin
Bir bıçak kalbime saplansın
Kızgın bir demir dağlasın gözlerimi
Sonra gelsin bir manga asker
Sert bir komut
Bir yaylım ateş
Bırak kim bağlarsa bağlasın gözlerimi.
Çok düşündüm bilek damarlarımı kesmeyi
Rönesans öncesi devirlerden kalma zehir içmeyi
Ve düşmeyi yüksek kulelerden mermerler üstüne
Ayaklarıma taş bağlayıp denizler altında ölmeyi
Yine de ölmedim görüyorsun, ölmedim “
Babası Lütfi Oğuzcan, oğlunun bu sitemkar tavrına ithafen bir şiir bile yazmıştı.
“Bak dünya ne güzel, bu sitem niye,
Ettim ben adımı sana hediye. Mutluyum ey oğul babanım diye, Çarptırma hicvinle cezaya beni.”
Ümit’in bu karamsar tavrı hayatını derinden etkiliyordu. Evlenmesine ve bir de çocuğu olmasına rağmen ne o ölümden ne de ölüm ondan vazgeçmişti. İntihar denemeleri devam etti. Kendisinin dile getirdiğinin aksine çevresindekiler Ümit’in tam 24 kez intihara teşebbüs ettiğini söylüyordu. Görmeyi başaramadığı her renk birer birer soluyordu karanlığında. Bunlardan birisi de oğlu Vedat’tı.
Vedat, 17 yaşındaydı. 6 Haziran 1973 günü henüz daha delikanlıyken, içinde bulunduğu karamsarlıktı onu Galata Kulesi’ne çıkaran. Babasının başladığı işi kendi bitirecekti belki de aklınca. Başarmıştı da. Ümit Yaşar’ın ömür boyu boğuştuğu ölüme o tek seferde teslim olmuştu işte. Rivayete göre öldüğü zaman da elinde “Baba intihar öyle edilmez, böyle edilir!” yazılı bir not vardı.
“6 Haziran 1973
Pırıl pırıl bir yaz günüydü
Aydınlıktı, güzeldi dünya
Bir adam düştü o gün Galata Kulesi’nden
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Ömrünün baharında
Bütün umutlarıyla birlikte
Paramparça oldu
Bir adam benim oğlumdu…”
Ümit Yaşar, Vedat’ın sayesinde bir kez daha anlamıştı ölümle oyun olmayacağını. Mümkünmüş gibi daha da boğuldu karamsarlığa. Şiirlerine de doğrudan yansıttı sonsuz hüznünü.
“Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.”
4 Kasım 1984, Ümit ölüme sonunda kavuştu. Ensesindeki nefes dindi. Savaşı bitti. Teslim oldu aşık olduğu o soğuk ellere. Ölümle savaşmak kimin haddineydi ki Ümit devam edecekti?! İşte bu melankolik hikaye de böylece bitti. Herkes gibi Ümit de bir gün ölecekti. Günlerden 4 Kasım idi. Ümit öldü.