Gönderi

ALLAH VE PEYGAMBER NİÇİN BİZİMLE DAHA AÇIK KONUŞMADI? Din konusunda insanların kafalarını en çok meşgul eden konulardan birisi de dine ilişkin bazı konularda niçin daha açık ve ayrıntılı bilgi verilmediği meselesidir. Gerçekten de gerek Kur’an’da gerekse sünnette dinin inanç, ibadet ve ahlaka ilişkin boyutlarıyla yapılan açıklamalar kafalardaki tüm soru işaretlerini giderecek, tüm boşlukları dolduracak, tüm tartışmaları bitirecek şekilde açık ve net değildir. Bazı konularda açık ve net bilgi verilirken başka konularda ya hiç bilgi verilmemiş, ya ana hatlarıyla bazı meselelere temas etmekle yetinilmiştir. Açık ve net bilgi verilen konularda bile boşlukların söz konusu olduğu görülmektedir. Söz gelimi geçmişte yaşamış bir peygambere ait kıssa anlatılırken olaylar bize bir film gibi değil fotoğraf kareleri gibi aktarılmakta, arada büyük boşluklar bulunmaktadır. Aynı şeyi ölümden sonraki hayat için de söylemek mümkündür. Fıkhî konulara geldiğimizde de durum farklı değildir. Bir ilmihal kitabının taharet, namaz, oruç gibi bölümlerinde alan ayrıntıların yüzde birini âyet ya da hadislerde bulmak mümkün değildir. En çok ayrıntının söz konusu olduğu meselelerde de böyledir. Söz gelimi abdestin alınışını anlatan âyet, miras taksiminden bahseden âyet, had cezalarından bahseden âyetler buna örnektir. Meseleye usulî açıdan baktığımızda da karşımıza şöyle bir tablo ortaya çıkar: Kur’an’da muhkem âyetler olduğu gibi mütebâbih âyetler de bulunmaktadır. Gerekçesi aklen anlaşılabilen hükümler (muallel hükümler) bulunduğu gibi gerekçesi aklen anlaşılamayan hükümler (taabbudî) de bulunmaktadır. Allah Resûlü’nün sünnetleri içinden bizlere az sayıda tevatür yoluyla gelenler olduğu halde sünnetin büyük bir kısmı haber-i vâhid şeklinde gelmiştir. Bu gerçek karşısında insanların aklına zaman zaman şu soru gelebilmektedir: “Eğer Kur’an ve Sünnet bize neye nasıl inanacağımızı, hangi amelleri işleyeceğimizi bütün ayrıntılarıyla, kafamızda boşluk ve soru işareti kalmayacak şekilde anlatmış olsaydı hem ne ile yükümlü olduğumuzu net bilirdik, hem de insanlar arasında var olan ihtilaflar söz konusu olmazdı. Tarih boyunca mezheplerin, fırkaların ortaya çıkmasının temel sebeplerinden birisi de Kur’an ve Sünnetin bu ifade tarzıdır. Rabbimiz ve elçisi niçin bize dine ilişkin hükümleri ayrıntılı bir şekilde anlatmadı?” Bu soruya maddelerle cevap vermeye çalışalım: 1. Allah Teâlâ yaptıklarından dolayı sorgulanamaz. Bizler ise kul olarak bütün yapıp ettiklerimizden hesaba çekilip sorgulanacağız. Bu gerçek Kur’an’da şu şekilde bildirilir: “O, yaptıklarından sorgulanmaz. Onlar [insanlar] ise sorgulanacaklardır.” (el-Enbiyâ, 23) 2. Allah Teâlâ asla hikmetsiz bir iş yapmaz. Zira o “el-Hakîm”dir. Bütün işleri hikmet üzeredir. Abes bir şey yapmak O’nun şanına yakışmaz. Şu halde dini bize bu şekilde göndermesinin de bizim bileceğimiz ya da bilemeyeceğimiz pek çok hikmetleri vardır. Bu durumu Allah’ın tekvînî âyetleri üzerinde de düşünebiliriz. Nasıl ki Allah, kâinattaki her şeyi bir sebep ve hikmet üzere yaratmış ise aynı şekilde tenzîlî / teşrîî âyetlerini de bir takım hikmetlere bağlı olarak bu haliyle indirmiş, dinin bazı noktalarının açık ve belirli, bazı noktalarının ise belirsiz olmasını dilemiştir. “O, ne indireceğini en iyi bilendir.” (en-Nahl, 101) 3. Allah’ın hikmeti, dinin bazı noktalarının açık ve berrak, bazı noktalarının belirsiz kalmasını dilemiş, böylece bir yandan dinin tamamen sabitesiz ve omurgasız kalması önlenmiş, diğer taraftan da insanların sürekli bir biçimde din üzerindeki inceleme ve araştırmalarının devam etmesini murad etmiştir. Cenab-ı Hakk, Kitabının muhkem âyetlerinden söz ederken “onlar kitabın anasıdır” buyurarak dinde asıl olanın muhkem, açık ve belirli olmak olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim âlimler arasındaki genel kabule göre dindeki hükümlerde de aslolan gerekçelerinin akılla kavranmasıdır. Taabbudîlik istisnaîdir. Dinde üzerinde icma edilen, sübut ve delaleti kat’î naslarla sabit olan alan dini korumaktadır. Böylece din, dileyenin dilediği gibi şekillendirip biçim vereceği bir “oyun hamuru” olmaktan çıkmaktadır. Buna karşılık Allah Teâlâ dine içtihada açık bir alan bırakmak suretiyle de dine olan ilgi, alaka ve merakı sürekli cenlı tutmakta, kıyamete kadar gelecek insanların bu din üzerinde tefekkürlerine kapı aralamaktadır. 4. Dinde ayrıntıya girilmeyen konuların bir kısmı özel ve bilinçli olarak o şekilde bırakılmış, böylelikle mükelleflere bir kolaylık sağlanmak istenmiştir. Nitekim Kur’an ve sünnette çok soru sorulmasının yasaklanmasının nedenlerinden birisi insanlara serbest hareket alanı tanımaktır. Her şey açık ve sabit kurallar halinde belirtilmiş olsaydı insanlar için hareket serbestisi kalmayacak, din donuklaşacaktı. 5. İnsanların kıyamete kadar karşılaşacakları durumlar, olaylar ve sorunların tamamı kafalarda hiçbir soru işareti bırakmayacak şekilde ayrıntılı bir biçimde ortaya konulacak olsaydı peygamberliğin sonunun gelmemesi, her dönemde Allah katından ciltler dolusu yeni kitapların gelmesi gerekecekti. Nitekim tarih boyunca yazılan tefsir, fıkıh vb. kitaplara baktığımızda bunların milyonlarca cildi bulduğu görülmektedir. Bu kadar ayrıntılı hükümlerin tahsili de tatbiki de imkânsızdır. 6. Âlimlerin bu şekilde belirsiz bulunan konular üzerinde ictihad ederek farklı görüşler ortaya koymaları ümmet için bir rahmete vesile olmaktadır. Zira ortada tek bir hüküm olmuş olsaydı buna uymayan kimselerin doğrudan Allah’a karşı gelmiş olmaları söz konusu olacaktı. Oysa bütün meselelerin şeriat tarafından ortaya konulmayıp meselelerin fıkha ve içtihada havale edilmesi, âlimler arasında ihtilafların olması gerekli hallerde başka içtihatlardan istifade etmeyi mümkün kılmış, bu durum ise dine esnek (gevşek değil!) bir yapı kazandırmıştır. 7. Bütün bunların ötesinde Rabbimiz ilmin önemi ve âlimlerin değerini ortaya koymak üzere dinde böyle bir takım noktaları belirsiz bırakmıştır. Eğer dinin her konusu herkes tarafından aynı derecede anlaşılacak şekilde açık olsaydı o zaman âlim diye bir şey olmayacak, ilim öğrenmenin bir önemi kalmayacak, insanlar inceleme ve araştırma yapmayacaklardı. Şüphesiz bu konuda daha pek çok hikmetten söz edilebilir. Bizim zikredeceklerimizin ötesinde Rabbimizin kim bilir başka hangi hikmetleri bulunmaktadır. Öyleyse bu gerçek karşısında bize düşen, tıpkı meleklerin dediği gibi demektir: “Seni tenzih ederiz! Senin öğrettiğinden başka bizim bir bilgimiz yoktur. Her şeyi bilen ve her işi yerli yerince hikmetli olarak yapan Sen’sin!” (el-Bakara, 32) (Soner Duman/29.Safer.1441/28.Ekim.2019/P.tesi)
·
9 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.