Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz
Yeşilçam filmlerinden tanıdığımız, Neşeli Günler filminde boyu uzun olduğu için Adile Naşit’e benim boyum soba borularını takmaya yetişmez repliğiyle nedense en çok hatırladığım, yakışıklı salon erkeği rollerinden bir anda sosyal içerikli filmlere geçiş yapmış Tarık Akan’ın 12 Eylül döneminde , Almanya’da Yol filmi ile işgili 2.Kurtuluş Savaşını da emperyalistlere karşı kazanacağız dediği için yurda döndüğünde Siyasi şube ve Selimiye ‘de gözaltında geçirdiği günleri , şimdi gözümü bağladılar, mideme yumruk indi, tuvalet taştı, pire ısırdı, ışık gözüme giriyor, pis faşistler, yaşasın devrimciler, sorguya götürüyorlar , havalandırmaya çıktım, uyuyamıyorum , burası leş gibi kokuyor tarzı eylem bildiren cümleler eşliğinde anlattığı anı kitabı...
Kitabın ilk bölümleri havalanında gözaltına alınıp 20-25 gün geçirdiği Siyasi şube’de geçirdiği gözaltı günleri ile başlıyor, Yol filmini ve Yılmaz Güney’le çalışma sürecindeki anılarını anlatarak devam ediyor kitabın sonlarına doğru yurtdışına kaçmak için tüm hazırlıkları yapmışken iyi bir savunma ile beraat etme sürecini anlatarak kitap bitiyor..
Kitabı okurken Tarık Akan’ın neden bu kitabı yazdığını neyi anlatmayı hedeflediğini anlamaya çalışırken bir 100 sayfa bitirdim ve anladım ki 12 Eylül ‘80 döneminde Türkiye hapishane şartlarını tüm dünyaya duyurmak istiyor..
Kitabı okurken Tarık Akan’la ben de koğuştaydım o taşan tuvaletlerin kokusu benim de burnumun direğini kırıyordu, bitlerden kaşındığında ben de kaşınıyor pireler ısırdığında benim de canım acıyordu.. Süt kutularını karıştırdıklarında içtikleri birbirlerinin idrarıyla ben de öğürüyordum.. Bukovski kitabı kadar iğrenç ve gönül bulandırıcı olmasa da yarışabilir insanı zorlayan bir kitaptı.
Koğuşta yatacak yer olmadığı ve 1 metreye iki metre genişlikte oda da çömelerek uyumaya çalıştığında benim de dizlerim uyuştu..Günlerce suya sabuna dokunamadığı ve dokunmayan insanlarla beraber ye, iç kalk ,yat daha ne denilebilir ki işkenceler, iradeyi zorlamalar ,insan onuru ile oynamalar bir okur olarak bile mideme ağrılar girmesine yol açtı..
Kitabın ikinci bölümünde Yol filmini nasıl çektiklerini anlatıyor bir sahne var ki inanamadım film için bir at gerçekten vurularak öldürülmüş.Aslında Tarık Akan’ın vurması gerekirken at ile arasında duygusal bir bağ oluştuğu için çekimler boyunca yapamıyor,Yılmaz Güney’in yeğeni vuruyor atı..Atın ölmediği farkedilince Tarık Akan can çekişmesine son vermek için son kurşunu sıkıyor..
Başlarım sizin filminize dedim mi dedim. Sizin davanız sizin filminiz o atın yaşamından daha değerli değildi diye düşündüm kızdım yani ben..
Tarık Akan’ın Yılmaz Güney’e dair gözlemlerini anlattığı sayfalar çok etkileyiciydi.Kesinlikle çok zeki bir adam ve sinemacılar camiasında inanılmaz bir ağırlığı var.
Bazen fikir ayrılıklarına düşüyorlar Tarık Akan kimsenin söyliyemediği bir şeyi söylemeye cesaret ediyor abi sen oynama sadece yaz diyor..Burda epey güldüm Yılmaz Güney büyük bir olgunlukla haklısın benim işim yönetmek ve yazmak diyor..Bence de kendisi ile ilgili doğru notu vermiş..
Kitabın ben de düşündürdüğü kısım Tarık Akan’ın kendisine yöneltilen suçlamalardan beraat etme macerası idi.Almanya’ya telefon ediliyor ihbar mektupları yazanların adresleri araştırılıp asılsız olduğu bilgisine ulaşılıyor,Söylemediği suçlamalar altına imza atan şahit bulunuyor şahitin bile kendisinin söylemediği şeylerin altına imza attırıldığı bilgisine ulaşılıyor ve beraat ediyor.Düşündüm ki yaşadığın ülkede devletle ya da herhangi bir sebeple başın belaya girdimi gör olacakları..
Adaleti imkanların ölçüsünde sağlıyorsun.Alınması gereken ifadeler alınamadığı ya da maddi imkansızlıklar sebebiyle hakkını savunamayan binlerce insan hikayesi..
Tarık Akan berat edebilmek için mercedes’ini bile sattı en iyi avukatların kendisini savunabilmesi için.
Kitap okunası bir kitap, tavsiye ederim.Keyifli okumalar