Pişman Olma Hakkı
İnsanların, kendilerini kitlelere bırakmalarını, orada kendi benliklerini unutup topluca bir düşüncenin veya bir aksiyonun arkasında yok olma arzularını hep merak etmişimdir. Ayrı ayrı saygın, aşağılık, iyi, kötü, güzel ya da çirkin olmaları fark etmiyor. Bir futbol maçına gidip orada kitlesel olarak hakeme öfkelenmek belki de küfretmek ya da bir gole sevinmek… Haber bültenlerinde siyasilerin düşman ilan ettiği kişilere öfke kusmak… Yalnızca bir duyum ile caddelerde bir bireyi linç etmek…
Tüm bu içgüdüsel davranışların arkasında yatan temel sebep nedir?
Kısa süreliğine de olsa, toplumsal normların veya bireysel vazifelerin ağırlığından kurtulmak mıdır amaç? Sorgulama mekanizmasının kontağını kapatan ve yalnızca ani gelen bir hisle, kitlesel büyük bir duygu yoğunluğu ile hareket etmenin sakıncalarını, zararlarını, yanlışlığını toplumlar hiç deneyimlemedi mi?
Toplumların ders çıkarmak gibi bir kaygısı olmadı zira asla sağlam bir hafızaya sahip değildiler. Toplumsal hafıza, geriye dönük olarak değiştirilebildiğinden insanların rahatça yönlendirilmesi, hatalardan ders çıkarılmasına hep engel teşkil etti. Günümüzde futbol maçlarını izleyerek öfke kusan insanlar, evvelden arenalarda birbirini öldüren insanları seyrederken kustular öfkelerini ya da bir suçlunun idamı sırasında! Değişen pek bir şey olmadı...
Kitabı iki farklı yönden değerlendirmek mümkün. Birincisi suçlunun gözünden toplumun kitlesel olarak nefret salgılamasının nedenlerini irdeleyerek, ikincisi ise toplumun ve adaletin suçluyu yargılarken ki tutumlarını değerlendirmek. İlk yönünü insanların kitlesel olarak hareket etmeleri ve buna bağlı kimi aksiyonların alt nedenlerini kendimce sorguladım ve düşüncelerimi yazıya döktüm zira kitabı okurken bende uyanan düşünceler bunlardı. İkinci yönünü değerlendirirken zannediyorum ki ülkemizde bu konu üzerine kafa yormuş çoğu bireyden ayrılacağım.
Yazar, ana karakterin ölüme giden yolculuğunda iç dünyasının çatışmalarını, iniş çıkışlarını ve çalkantılarını kaleme almış. Elbette bunu karakterin ağzından anlatıyor olması okurunu daha farklı etkiliyor. Ek olarak yazar, özellikle mi yaptı bilmiyorum; mahkûmun bir suçu olduğunu biliyorsunuz, cinayet işlenmiş fakat bu cinayete istinaden hiçbir detay yok. Kim haklıydı? Mahkûm zorunda mı kaldı? Nasıl oldu? gibi sorular hep havada kalıyor. Bu soruları es geçtiğinizde okur olarak ana karakterin kişiliğine odaklanıyorsunuz, karakter de eğitimli, ailesine önem veren özetle aslında iyi bir insan olduğu düşüncesi zihninize doğuyor.
Sonrasında şu kanıya varıyorsunuz: Cinayet işlemiş iyi bir insanı yargılamak kadar eziyet verici daha başka bir eylem olamaz!
Yargılanan insan iyi bir insan olunca siz de daha duyarlı olma, empatiyi olabildiğince fazla yapma gereksinimi duyuyorsunuz. Gerçekten İyi bir bireyden bahsediyoruz! Çocuğunun geleceğini, onurunu düşünecek kadar sorumluluk sahibi ve fazlasıyla da pişman olan bu suçluyu, bir yerinden tutarak aklamak istiyorsunuz. Bana göre bu noktada yazar aslında amacına fazlasıyla ulaşıyor. Bizler toplumun söz hakkı olan bireyleri olarak haksız ve onursuz yargılamalara ses çıkarmak zorundayız. Hakimler ve savcılar da yargılama mercii olarak kesinlikle ve kesinlikle insanın suçunun caniliğine ya da iğrençliğine bakmaksızın hassas bir şekilde yargılamak zorundalar. Bizler, bir Tanrı kadar her detaya hâkim olamayız, en ufak bir haksız yargılamanın ve sonuçlarının vicdanını gönlümüzde taşımalıyız. Güçlerin adalet sisteminde birer çark olmamalıyız. Şeklinde çıkarımlarda bulundum. Kendimce yani.
Bilemiyorum… En azından pişman olma hakkını tanıyabilirdik...
“Aslında daha fazla pişman olmak isterdim. Mahkûmiyet kararından önce daha fazla vicdan azabı çekiyordum; ama o andan beri sanırım zihnimde sadece ölümle ilgili düşüncelere yer var.”