Bir efendinin görev ve yükümlülükleri de, tıpkı hakları gibi iktidarının birer parçasıdır ve bu iktidarı tanımlayıp kanıtlar. İşte Albertine’in bana tanıdığı haklar da yükümlülüklerime gerçek niteliğini kazandırıyordu: Bana ait bir kadınım vardı, ona durup dururken bir haber gönderdiğimde, derhal telefonla bağlantı kurup hemen geleceğini bildiriyordu saygıyla. Zannettiğimden daha fazla efendisiydim onun. Daha fazla efendisi, yani daha fazla kölesiydim... (s.150)
Bir adam düşünün bir kadını mahpus ediyor...
Fakat asıl hapsettiği kendisi.
Bu nasıl bir iç çatışma, bu nasıl bir ruh tahlili?..
Canım Marcel’im bu kitaba kadar gelgitlerim tıpkı senin aşktaki gelgitlerin gibi devam ediyordu lakin bu kitapla sana olan hayranlığımı sanırım tescilledin. :)
Evet gelelim kitabımıza, serinin beşinci kitabına kadar anlatıcımızın ismini hiç duymamıştık. Sosyete toplantılarında o görkemli davetlerde kimlere takdim edilmedi ki yazarımız. Ne prenslerin ne baronların ağzından duymaya muvaffak olamadığımız o isim aşkın dudaklarından dökülüverdi bu kitapta... “Canım Marcel’im” ve “Ah Marcel! Daima senin Albertine.”
Marcel bu kitabında kıskançlığının boyutlarını, insan psikolojisini ve kıskançlık hissinin yarattığı tüm gelgitleri derinlemesine ele almış. Bu bölümde yazarımızın, Albertine’i elde tutulma çabalarına, kıskançlık nöbetlerine, sevgi gösterilerine ve Albertine’in yalanlarının onun üzerinde bıraktığı etkiye tanık oluyoruz. Serinin önceki kitaplarında tanıdığımız kahramanlar yine karşımıza çıkıyor lakin bu kitap psikolojik tahliller konusunda diğerlerinden çok daha üst düzeyde. Kıskançlık konusunda Swann’da şahit olduklarımız Marcel’de derinlemesine ele alınmış zaten arada Swann’a da göndermelerde bulunmuş. Ayrıca kitabın sonunda çok kötü oldum ben yahu, tıpkı Marcel gibi yorganın altına girip ağlayasım geldi :) Tamam abarttım ama sonu gerçekten etkileyiciydi, keyifli okumalar diliyorum...