Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

99 syf.
7/10 puan verdi
Halime Toros ismini HECEÖYKÜ dergisi vesilesiyle duydum. Birkaç sene öncesine kadar, en son yazdığı kitabı 1995’te yayımlanmış bir yazarın, yeni öyküleriyle beraber Mustafa Kutlu’nun selâmını dahi alması elbette yazarın kitaplarını merak etmek için yeter sebep. Evet, Sahurla Gelen Erkekler ismi de fazlasıyla ilgi çekici bir isim, kabul etmek lâzım. Ancak kitabın asıl şaşırtıcı yanı; 1995’te ilk baskısını yapmış olmasına karşın, daha yeni basılmış gibi hissettirmesi. Deneysel, samimi ve dobra bir eser olmasının ve günümüzde de izdüşümü bulunan sorunlara değinmesinin bu izlenimde payları büyük. Açıkça söylemek gerekirse, kitabın isminin bende uyandırdığı ilk izlenim, Müslüman erkeklerden şikâyetçi cefakâr Müslüman kadınların öykülerini okuyacağım yönündeydi. Kitabın ilk öyküsünün ismi Aşka Dair Bir Hayıflanma olunca, beklentiler bu yönde daha da yükseliyor elbette. Ama sonra, yazarın kelimelerine kendinizi bırakınca, yukarıda ifade ettiğim kapsamda sayabileceğimiz öyküler bulunsa da, bu kapsamın getirebileceği iticilikten (yeşil ya da standart feminizm iticiliğinden bahsediyorum) oldukça uzakta bir kitap okuyacağınızı çabucak anlıyorsunuz. Yazarın özellikle anlatı teknikleri açısından deneyselliği daha ilk öyküde kendini “Fragmanlar” başlıklarıyla sunulan anılarla belli ediyor. Yazar bu farklı teknikleri “olsun diye” yapmıyor, aksine, olması lâzım diye yapıyor. Mesela bu öykünün sonrasında gelen Dilimin Ucunda, Rüyalarımın Sonunda Bir Şey isimli öykü var. O düşsel öyküde, ruh durumunu, anlatıcının bilincini başka şekilde aktarmak mümkün müdür? Sonrasındaki Yol Üstünde Çingeneler isimli öykü ise bu çetrefilli tekniklerden uzakta, epeyce sade. Neden? Çünkü anlatılacak hikâye için lâzım değil de ondan. Bu ayrımı fark etmemize vesile olan öyküler kitapta yer almasaydı, kitap fazla stilize olacak ve okuru yoracaktı; neyse ki yazarın tematik çeşitliliği teknik çeşitliliği de beraberinde getiriyor ve okura nefes alınacak yerler açılıyor. Öte yandan, yazarın farklı teknikleri düşsel anlatımıyla birleştirdiği zamanlarda ortaya okuması güzel ama aynı zamanda unutması kolay hikâyeler çıktığını da belirtmek gerek. Sonraki hikâyelerdeki teknik farklılıklar, öykülerle çok daha bütünleşik. Bu vesileyle hikâye öne çıkmaya başlıyor. Teknik anlamda böylesine deneysel bir eserde hikâyeyi ön planda tutmaya devam etmek kayda değer. Öte yandan, hikâyenin ön plana çıkmaya başlamasıyla “Müslüman erkeklerden şikâyetçi cefakâr Müslüman kadınların hikâyelerini” görmeye başlıyoruz. Bir “Müslüman erkek” olarak tabii ki buraları -ister istemez- bir önyargı ve savunma hâlinde okuduğumu inkâr edemem. Çünkü yazar bir şey söyleyeceği zaman tabiri caizse sözünü esirgemiyor. Sahurla Gelen Erkekler hikâyesindeki anne, Dolmuş Penceresindeki Düzeyde’deki Düzeyde, Beyaz Öykü’deki yazar Hidayet’in mutsuz eşi Makbule; göze sağlam bir şekilde çarpan ve her biri kitabın ayrı bir zirvesine yerleşmiş karakterler. Kimi zaman çiğ geliyor bazı ifadeler; ama okuruna göre tepki değişebilir. Mesela şöyle bir ifade var: “Zaten adı da Makbule’ydi. Oysa âşık olunacak kadının adı Makbule olmamalıydı. Erkeğinse adının ne önemi vardı.” Bu cümleyi bayağı bulabilirsiniz. Ama bunu hikâyenin içinde okuyunca, bu cümleyi altı çizilecek kilit cümle olarak değerlendirmeyince, bu cümle, her şeyine rağmen hikâyeye; onun basitlikten neşet eden gerçekçiliğine katkıda bulunuyor. Öte yandan, Dolmuş Penceresindeki Düzeyde’deki kızın, annesinin cinsel hayatı hakkında sorular sorduğu bir Dünya Kadınlar Günü bahsi de itici bulunabilir. Bu tip cinsel bahisler sadece mevcudiyeti itibariyle çiğ olarak addedilebilir. Yine de ben, bu çiğ diye değerlendirilebilecek anlarda dahi, yazarın hikâyenin tümünde inşa ettiği karakterin derinliğinden hareketle hikâyelere tutunabildim. Yukarıda bahsi geçen sahne başka bir duruma da işaret: Yazar yalnızca erkeklere yöneltmiyor eleştiri oklarını. Hemcinslerine de çeşit çeşit eleştiri getiriyor; aciz portreler çizdiği karakterlere bir tekme de o vuruyor. Tüm bu süreçte hikâyenin gerçeklikle irtibatının kopmasına mani olan en önemli ögelerden birinin, anlatılan bu muhafazakâr hayatların yine muhafazakâr insanlara özgü denebilecek durgunlukla sürmeye devam etmesi olduğunu düşünüyorum. İçinde fırtınalar kopan (ya da kopması gereken veya kopmuş) insanların gerçekte alelade yaşıyor olmaları hem görülmesi gereken hem de görmesi güzel bir tezat. Yazar bu yüzden olay bazlı hikâyelerden ziyade tahlil odaklı hikâyeler kaleme almış. Hatta kitabın sonuna doğru hikâyeler hikâye olmaktan çıkıyor biraz; iç monologlar ya da hayalî diyaloglar yoğunluğunu artırıyor. Bu noktada da hikâyeler biraz fazla kişisel kalıyor ve okuru içine almıyor. Bu hikâyelere eklemlenmiş referanslar kimi zaman metne zenginlik katsa da daha ziyade metni daha da zorluyor. Sahurla Gelen Erkekler, çoğunlukla iyi yazılmış hikâyeler barındıran bir kitap. Kimi zaman çiğ olarak değerlendirilebilecek ama yine de nokta atışı olmalarını reddedemeyeceğim tahlil ve manzaralar, derinlikli “cefakâr Müslüman kadın” karakterler kurulmasında etkili. Kitabın tartışmaya açık ama aynı zamanda en parlak yönünün de bu karakterler olduğunu düşünüyorum. Üzerine bu kitabın yıllar önce yazıldığı gerçeğini de eklediğimizde, Sahurla Gelen Erkekler’in sesinin önümüzdeki yıllarda da duyulacağını söyleyebiliriz.
Sahurla Gelen Erkekler
Sahurla Gelen ErkeklerHalime Toros · Hece Yayınları · 201516 okunma
·
17 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.