Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin
Ahiretten bile himmet eylersin,
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefâat kıl şâhım mededhâhına.
Asrının lideri, âkil ve kudretli padişah Sultan Abdülhamid-i Sânî’nin hayatını içim yana yana okudum. İnsanlar bu kadar kör, bu kadar gerizekâlı olabilir mi, diyorum. Bir Türk padişahına ihanet ediyorsun, iftira atıyorsun ama vatanı şuna, buna satmak nedir? ‘Abdülhamid gitsin de devlet n’olursa olsun’ demek nedir? Ermenilerle, Siyonistlerle kucak kucağa iş dutmak n’ola? Bu mu hürriyetperverlik, vatanperverlik? Hâsıl-ı kelâm binbir sinirle, binbir hüzünle, binbir âh-u vâh ile bu kitabın da sonunu getirdik. Sultan Abdülhamid-i Sânî’ye ‘müstebid’ diyorlarmış ya; inanmadım. O, basiretli bir sultandı. Tehlikeleri sezer, hamlesini yapar ve karşıdakinin aklını allâk-bullak edermiş. Sultan, Yıldız’daki koltuğundan müteaddid kez İslâm’a ve Peygamberimize karşı Batılıların yazıp oynamaya yeltendiği kepaze müsamerele engel olmuş. Açtığı okulun, hastanenin, fabrikanın haddi hesabı yok? Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘demirağlarla ördük ana yurdu dört baştan’ demesine rağmen kuruluşundan 65 yıllık süreye dek Sultan Abdülhamid’in birkaç yılda yaptırdığı demiryoluna erişememiştir. Çoğu şehrin tren garları ve demiryolları O’nun eseridir. Şahsen şehrim Eskişehir’in tren garı böyledir. Dünya bir daha onun gibisini görür mü, bilmiyorum! O, hep devletini, milletini düşünmüş ama vatan toprağı içinde yaşayan düşmanları ise onu düşürmeyi düşünmüştür. Nitekim fotoğrafı yana kaydırdığınızda Sultan’ın azılı düşmanlarının ifadelerini göreceksiniz. Sultan koltuk, makam mansıp sevdalısı biri değildi. O devletini ve milletini düşünüyordu. Nitekim onun sözü, Sultan’ı gözümde ve gönlümde çok farklı bir yere oturtuyor:
“Benden sonra bu devleti 10 yıl idare etsinler; 100 yıl idare etmiş sayacağım!” ‘Şöyle olmasaydı böyle olurdu, böyle olmasaydı şöyle sonuçlanırdı’ diyoruz ama son nokta olarak şöyle diyelim: “(...) Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır (...)”