Gönderi

Babalarının aniden gidişi yaralamıştı evdeki iki küçük kalbi. Annesi zaten yalnızdı. Kocası ara sıra eve uğrasa da ev halkıyla aynı masada yemek yediği günler sayılıydı; o nedenle yokluğunu hissetmeyecekti Nuriye Hanım. Ya da öyle söylemişti başlarda, gururundan. Onun tek sıkıntısı geçim meselesi olacaktı ki erkek kardeşi onları aç ve açıkta bırakmazdı. Ama iki küçük kalp çok yaralanmış, onlar büyürken kalplerindeki yaraları da büyümüştü. Kadir ve Müjgân, babalarıyla aynı çatı altındayken onun ilgi ve sevgisini hiç görememişlerse de “Belki bir gün, biz de sığınabiliriz çınarın gölgesine, yaslanabiliriz başkaları gibi baba ağacına…” diyerek her sabah ümitle uyanmışlardı. Babalarının uzaklara gittiğini öğrendikleri o gün bu ağacın temelli yıkıldığını görüp perişan olmuştu ikisi de. Müjgân, babasını umutla beklemeye devam etti kısa hayatında. Kadir ise yaslanmak istediği ağacın bir daha yeşermeyeceğini fark etmiş, rehbersiz kalmıştı hayat mücadelesinde. Müjgân, abisine yaslanabilirdi nasıl olsa; annesi de dayısına. Kadınların mutlaka bir erkekle birlikte var olabilecekleri bakışı toplumsal bir içgüdü olarak doğuştan yerleşmişti benliklerine. Babasının annesine şiddet uyguladığını gözleriyle görmemişlerdi. Ama Nuriye Hanım bazı sabahlar yataktan şiş gözlerle kalkıp gün boyu ağlar, yüzünde veya vücudunda morluk ya da kırmızılık olsa da çocuklara hep karnının ağrıdığını söylerdi. Böyle zamanlarda çocukların daha fazla suçu olurdu annelerinden dayak yiyecek, nedense… En büyük sorun kıskançlıktı anladıkları kadarıyla. Oysa karısını yan komşuya bile göndermeyen adam kafasına esince başka kadına nasıl da gitmişti? Nuriye Hanım rahat edebilmiş miydi sanki? Uzaktan takip edip “Bir yamuğunu görürsem, n’apacağımı kendisi iyi bilir...” diye binlerce kilometre öteden iletirdi tehditlerini. Sf.91
Sayfa 91 - DorlionKitabı okudu
·
3 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.