Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Soner Duman
DİNİ DOĞRU ANLAMANIN EN BÜYÜK ENGELLERİNDEN BİRİ: İNDİRGEMECİLİK Bu yazıda dini doğru anlamamızı engelleyen son derece önemli bir hastalıktan söz edeceğim. Aslında dini doğru anlamamızı engelleyen pek çok hastalık söz konusudur ancak bunların başında “indirgemecilik” hastalığı gelmektedir. İndirgemek, bir şeyi bütün özellikleriyle birlikte ele almayıp yalnızca bir parçasına eşitlemek anlamına gelir. Mesela insanı sadece bedenini dikkate alarak “şöyle organları bulunan canlı bir organizmadır” diye tanımlarsanız indirgemecilik yapmış olursunuz. İnsanın bedeni vardır ama insan sadece bedenden ibaret değildir! İndirgemecilik, buz dağını sadece suyun üzerinde görünen kısmı üzerinden tanımlamak, suyun altında kalan kısmını ihmal ve göz ardı etmektir. İndirgemecilik yapılarak tanımlanan her kavram kuşa çevrilmiş, genetiğiyle oynanmıştır. Bundan böyle o kavram kullanılsa bile bir kere anlamı tahrif ve tahrip edildiği için artık hiçbir zaman beklenen sonucu elde etmek mümkün olmaz. Kur’an, Yahudilerin kelimeleri çarpıttıklarını ve anlamlarını tahrif ettiklerini belirterek bu konuya dikkatleri çekmektedir. (Nisâ, 46; Mâide, 13, 41) Şimdi indirgemeciliğin en çok görüldüğü "din", "iman", "küfür" ve "şirk" kavramları üzerinde bir miktar durarak meramımızı ortaya koyalım. 1) “Din, âhirette kurtuluşumuzu sağlayan kurallardır.” Bu tanım, tıpkı insanı “et ve kemik yığını” şeklinde tanımlamaya benziyor. Oysa din, hem dünyada hem de âhirette huzurlu ve mutlu olmamız için gönderilmiş ilahi kurallar bütünüdür. Din sadece Rabbimizle olan ilişkilerimizde yani ibadetlerimizde riayet edeceğimiz kurallardan değil aynı zamanda insanlar arası ilişkilerde (alım-satım, kira, evlilik-boşanma vb.) uymamız gereken kurallardan da söz eder. Dini bu şekilde indirgemeci bir tanımlamaya tabi tuttuğunuzda insanlar dünyada mutlu olmak için ilahî olan dini bırakıp beşerî olan izm’lerden medet ummaya başlarlar. 2) “İman etmek, kalp ile tasdik dil ile ikrar etmektir.” İslam tarihinde imanın amelle ilişkisi konusu pek çok tartışmaya neden olmuş, bu konuda farklı fırkalar ortaya çıkmıştır. Bu meselenin ayrıntısına girmeyeceğim. Benim ele alacağım konu şu: Bir kimse dine ilişkin hususları yalnızca kalbinden tasdik etmekle ve bunu diliyle ifade etmekle imanın bütün gereklerini yerine getirmiş sayılamaz! İman kuşkusuz bununla başlar ama bununla bitmez! Bu indirgemeci bakış açısına göre bir kimse Allah’ın varlığını, birliğini ve diğer iman esaslarını doğru sayıyor, tasdik ediyorsa ve bu inancını diliyle de ifade ediyor (yani ikrar ediyorsa) mümindir. Oysa bu eksik bir tanımdır. Zira iman sadece kalp ile tasdik ya da dil ile ikrardan oluşmaz. İman her şeyden önce Allah’a güvenmek, O’na bağlanmaktır. Bu güven ve bağlanma aynı zamanda tevekkül (Allah’a dayanma), havf (Allah’tan korkma), recâ (Allah’a karşı ümit besleme), muhabbet (Allah’ı sevme), inâbe (Allah’a yönelme), tezellül (Allah’a karşı kibri terk edip tevazu halinde olma) gibi pek çok duyguyu da içinde barındırır. Şeytanı ele alalım: Şeytan Allah’ın varlığını ve birliğini tasdik etmiyor mu? Şeytan melekleri, cenneti, cehennemi, kendisinin sonuçta cehenneme gideceğini bilmiyor mu? Bildiği bu hususları yalan mı sayıyor? Şeytanı kâfir kılan ne? Şeytan, doğru saydığı bu gerçeklere bağlanmıyor! Kendisini büyük görerek Allah’ın hükmüne boyun eğmiyor, itaat etmiyor. Şu halde bir kimse Allah’ın varlığını ve birliğini tasdik etmekle birlikte O’na bağlanmıyor, O’nu tek ilah olarak görmüyorsa, Hz. Muhammed’in peygamberliğini tasdik ettiği halde O’nun getirdiği hükümlere içinde bir sıkıntı duymadan teslim olamıyorsa onun imanı tam değildir. Nitekim Kur’an, insanların aralarında çıkan anlaşmazlıklar hususunda peygamberi hakem tayin edip hükmünü kabul etmedikçe mümin sayılmayacaklarını şu şekilde bildiriyor: “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisâ, 65) Başka âyetlerde müminlerin kim olduğundan söz ederken şu ifadelere yer veriliyor: “Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında nice dereceler, bağışlanma ve tükenmez bir rızık vardır.” (Enfal, 2-4) “Müminler ancak Allah'a ve Resûlüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla gayret gösterenlerdir. İşte doğrular ancak onlardır.” (Hucurat, 15) Bu ifadelerle amelde kusuru olanları tekfir eden Hâricî bir mantığı elbette kastetmiyorum. Zira bu hastalıklı zihne sahip olan kişi yeryüzünde kendisinden başka mümin tanımama noktasına kadar gider. Söylemeye çalıştığım şey, geçmişte Mürcie'nin yaptığı gibi imanı sadece tasdik ve dille söylemeye indirgeyip onun amelle olan bütün bağlantılarını koparmaktan geri durmamız gerektiğidir. 3. “Şirk, puta tapmaktır.” Kuşkusuz puta tapmak şirkin en belirgin, göz önünde olan şeklidir. Ancak şirki sadece puta tapmaya indirgemek mümkün değildir. Kur’an, puta tapmadıkları halde Yahudi ve Hristiyanların bazı hususlarda şirke düştüğünü şu âyetiyle belirtir: “(Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i (İsa'yı) rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (Tevbe, 31) Demek ki şirk sadece puta tapmakla olmuyor, bir peygamber veya bir din âlimi bile Allah’a ortak koşulabiliyormuş! Firavun da Mısır’da kendisini ilah ve rab ilan ederek dilediği gibi hüküm verebileceğini, hiç kimseye hesap vermeyeceğini ileri sürüyor, kavmi de ona itaat ediyordu. Bu da şirkin bir türüydü. Allah Resûlü (s.a.v.) bir hadisinde “dinar ve dirhemin kuluna yazıklar olsun” buyurmuştu. (Buharî, “Cihad ve’s-siyer”, 69; Müslim, Tirmizî, “Zühd”, 42) Demek ki para da Allah’a ortak koşulabiliyormuş! Şirk, yalnızca Allah'a ait olan bir niteliği Allah dışında başka bir varlığa vermektir. 4. “Küfür Allah’ın varlığını inkâr etmek veya İslam’ı toptan reddetmektir.” Bu bakış açısına göre bir kimsenin kâfir sayılabilmesi için ateist olması veya İslam dinini bir bütün olarak reddetmesi gerekir. Oysa akaid kitaplarımızın tümünün istisnasız olarak belirttiğine göre bir kimsenin İslam’dan çıkmış olması için dini toptan reddetmesine gerek yoktur, dinden olduğu kesin olarak bilinen bir hususu bile bile reddetmesi yeterlidir., Mesela namazın farz olduğu bilgisi kendisine ulaştığı halde “ben namaz kılmanın gerekliliğini (farziyetini) kabul etmiyorum” demesi, içki ve zinanın haramlığı bilgisi kendisine ulaştığı halde “ben içkinin / zinanın haramlığını kabul etmiyorum” demesi İslam'ı reddetmiş olmak için yeterlidir. Yukarıda saydıklarımız dışında “dua Allah’tan bir şey istemektir”, “zikir; Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu ekber gibi ifadeleri tekrarlamaktır”, “oruç; aç kalmaktır”, “cihad; savaşmaktır” gibi daha pek çok indirgemecilik örnekleri vardır. Rabbimiz bizleri her türlü indirgemecilikten muhafaza buyursun. Kendi dinini doğru bir şekilde anlamayı ve yaşamayı bizlere nasip eylesin. (Soner Duman/20.Rebîülevvel.1441/17.Kasım.2019
·
13 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.