Gönderi

484 syf.
10/10 puan verdi
Stendhal sendromunu duydunuz mu? Ya da hiperkültüremi? Sanat ve estetiğe yüksek takdiri olan kişilerin sanat eserlerinin güzelliği, görkemi karşısında kendinden geçme halidir. Tarihin içinde kaybolma, zamansızlık hissi, begenmenin zirvesi yani bir nevi yüksek sanata maruz kalma. Nadia'nın Serenad'ı ilk duyduğunda hissettiği, birçoklarına göre anlamsız aşırı duygunun sebebi bu işte. Serenade für Nadia! Wagner'in sevdiği kadın için bestelediği serenad. Aşkını bununla itiraf ediyor, 60yil sonra vedasını da yine aynı şekilde. Düşünmeden edemiyorum, büyük aşklar eskide mi kaldı sahiden yoksa biz mi sevmeyi beceremez olduk? Maya Duran'ın Wagner ile tanışmasıyla başlıyor hikaye. Anlatıcı kadın olunca tarih ve aşkın içine giyiminden dolayı yargılanmanın, sarkıntılıkların, boşanmış olmanın, boşandıktan sonra bir ilişkinin olmasının, yalnız çocuk büyütmenin zorlukları da giriyor. Biliyoruz ki, bu dünyada kadın olarak var olabilmek hala birçok yerde çok zor. Maya, yaşlı profesörün gizemli hikayesini merak ediyor ve kendini araştırmaya itiyor. Tabi bu sırada kendi geçmişini de öğrenir. Kitap bize birçok tarihi utancı gösteriyor. Mavi Alay'ı, Kırım Türklerini, 6-7 Eylül olaylarını ve belki en büyük utanç olan yahudi katliamlarını... Biliyoruz ki, yüzyıllar boyunca filler tepişti, çimler hep ezildi. O çimler, halk; o filler, bizim hikayemiz de Naziler. Neden insanlar seçemedikleri ırk, din üzerinden yargılanır. Neden insanlar bazı ırkların, dinlerin üstünlüğüne inanır? Yahudilerle, siyahilerle ilgili bir şey duyduğumda aklıma hep aynı soru gelir. Coğrafya, kader midir? Bir gemi düşünün, içinde Hitler'in zulmünden kaçan, 770 can ile Romanya'dan Filistin'e bir umut yolculuğuna çıkmış. O gemi, Struma! Görenlerin ilk hayal kırıklığı. Panama bandıralı olan ve daha önce hiç insan taşımayan, insan taşımaya elverişli olmayan, 770 kişiye bir tuvaletin düştüğü, tıkış tıkış binilen eski, harap bir gemi. O gemi o insanların tek umudu. Ve umutları mezarları oluyor. Acısız değil üstelik. Bakımsız bu gemi yola çıktıktan sonra iki kez arızalanıyor. İkincisinde Türkiye'de Marmara sınırları içerisinde. Burada günlerce tamir edilmesi bekleniyor. Almanlar tarafından gemide salgın var dendi, kimsenin inmesine izin verilmedi. Filistin'de egemenliğini kurmuş İngiltere tarafından bu kadar Yahudi'nin ülkeye gelmesi sakıncalı bulundu, yola devam etmesine izin verilmedi. Geri dönmesi halinde Romanya da gemiyi kabul etmeyeceğini açıkladı. Savaşta tarafsız kalmak isteyen Türkiye'de mültecileri kabul etmedi. Nitekim "kimsenin istemediği bu kadar insana hiçbir yer yurt olamazdı". Dönemin başbakanı Refik Saydam söyledi bunları. Sonuç olarak hiçbir ülkenin sahip çıkmadığı Struma 72 gun boyunca Türkiye karasularında demir atmış halde, içindekilere zindan olarak açlık içinde, hastalık içinde, kimi delirerek kimi çığlıklarıyla delirterek çaresizce bekledi. Geminin akıbeti bir türlü belirlenemeyince Türk hükümeti motoru halen çalışmayan gemiyi Karadeniz'de Şile açıklarına çektirdi. 24 Şubat 1942'de SSCB'ye ait denizaltısının koyduğu torpido ile büyük bir patlamanın ardından battı. Ölümden kaçmak için çıktıkları bu yolculukta kurtuluşları yine ölümle geldi. Livaneli diyor ki; "Eğer bir gün önyargı kelimelerini, yani Avrupa dilindeki barbar, japon dilindeki gaijin, Müslümanlardaki kâfir, Almanlardaki Ari olmayan gibi önyargı sıfatlarını kaldırabilirsek, amacımıza ulaşabiliriz. Amaç nedir derseniz; insanın değerinin sadece insan oluşundan geldiği; din, milliyet, cinsiyet, renk, cinsel tercih, siyaset gibi birtakım ön sıfatlarla ayrımcılığa uğratılmadığı bir hümanizm anlayışı." Sormuştuk ya, kader midir diye? Coğrafya, nereye gidersen git kaçamayacağın çok acı bir kader. Ah Nadia! Çektiğin acılarla, sana duyulan o aşkla, Serenad'ı ilk duyduğunda hissettiğin o duyguyla o kadar içimdeydin ki... Hoşçakal Nadia. Eski bir dosta veda etmiş gibi hissettim kendimi. Hoşçakal Maximillian Wagner. Ve Livaneli, eserlerine bir yerden dokunmayan yoktur. Kitaplarında, filmlerinde hiç değilse şarkılarında. Nerede olursa olsun, yaşadıklarının ya da birilerinin yaşadıklarının acı tarafına değindiğini biliriz hepimiz. Siyasi görüşlerini sıkça yansıtmasından dolayı türlü eleştirilere maruz kaldığını da... Değil midir ki yazarlar sadece toplum için yazmazlar. Belki nesiller boyunca eserlerini okutacaklar, nesiller boyunca yaşananları unutturmayacaklar. Livaneli hep unutturmamaya çalışarak ortaya çıkardı eserlerini, bedelini de hep ödedi. Gerçek olanın kurguyla bütünleştiği hikayeleri okumak, dinlemek, izlemek her zaman en heyecan duyduğum konuları oluşturuyor. Tarih sanatla birleştiğinde o insanlara dokunabiliyormuşum gibi gelir. Serenad'ı böyle sevmemin bir sebebi de bu oldu. Teşekkürler Livaneli.
Serenad
SerenadZülfü Livaneli · Doğan Kitap · 2020137.3k okunma
·
42 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.