Gönderi

720 syf.
·
Not rated
·
Read in 62 days
Ya Musa Dağından sonraki ilk gün
Franz Werfel’ın başyapıtı olan “Musa Dağ’da: Kırk Gün”, Almanya’da basıldığı ilk yıllarda Naziler tarafından yasaklanmıştır. Yazarın diğer eserleri ile birlikte bu kitapta meydanlarda yakılmıştır. Türkiye'de nadirkitap yada gittigidiyor sitelerinden bulunabilir. Bu eser gerçek bir yaşam öyküsü olup “Musa Dağında Kırk Gün” Franz Werfel’in 1929 yılında Suriye ve Antakya’yı dolaşmasından sonra 1932-1933 yılları arasında Şam’da yazılmıştır. 1915´teki tehcir emrinin, yaklaşan ölümün soğuk nefesi olduğunu anlayan ve emre uymamaya karar veren Antakya Ermenilerinin direniş ve kaçış hikâyesidir. Kitabın Belge Yayınları tarafından basılmasında sorumluluk sahibi olan Ragıp Zarakolu, Türkçe-Ermenice yayımlanan haftalık Agos gazetesinin 70. sayısındaki röportajında şöyle tanıtıyor kitabı: “Kitabı seçerken ortaya serdiği insanlık trajedisi ilgimizi çekti. Romanın edebi bir yanı var her şeyden önce. İçinde tek bir renk değil, iyiler ve kötüler var. Yazarının Alman olması (Avusturya Yahudisi) kitabın yazıldığı dönemde bir ölçüde gelecekteki Yahudi soykırımının habercisi sanki. Sanatçı önsezisiyle yazılmış ve önlem alınması için çığlık belki de. Bu kitap Alman halkına bir uyarıydı aslında. 1933’te Naziler iktidara geçtiğinde yayımlandı. Osmanlı’daki olaylarda Almanlar’ın da rolünü ortaya seren, suç ortaklığını satır aralarında sergileyen bir kitap. Bir kehânet kitabıydı aslında. Savaşın kuru analizi yerine insanlık dramını sergileyen bu tür romanlar her zaman daha etkileyici oluyor. Politikacıların rolünü çok iyi koyuyor. Düşmanlıkları nasıl kışkırttıklarını gösteriyor. Kitabın içinde, verilen emre uymayan devlet görevlilerinden bile bahsediliyor. Mazlum bir halkın sesi olmayı da başaran bir kitap. Musa Dağı, Antakya’da Suriye sınırında ve 1915 yılına kadar Ermenilerin yaşadığı yedi köyü bağrına basan, onları tehlikelerden koruyan bir dağ. “Musa Dağ’da Kırk Gün” birçok dünya diline çevrilmiş ve filmi yapılmış bir roman. Hatay Samandağı Ermenilerinin yaşadıklarını anlatan romanda insanların kişilikleri en ince ayrıntılarına kadar anlatılmış. Tüm mimikler, hareketler çözümlenmiş. Gabriel?i ve eşi Juliette?i odanızda oturup konuşurlarken seyredebilirsiniz. Bir halı fabrikasında çalışan sakat kalmış, açlıktan ölmüş göçmen çocuklarının sefaletini, bir halkın akıl almaz kederini anlatmaktadır. Kitabın yazılması, Temmuz 1932 – Mart 1933 arasında gerçekleştirilmiştir. Bu arada Ekim ayında çeşitli Alman kentlerinde verdiği konferanslarda, yazar 1. kitabın 5. bölümünü konuşma metni olarak seçmiştir. 1. kitabın bu bölümünde Enver Paşa’yla Papaz Johannes Lepsius arasında geçen konuşma aynen verilmiştir.Kimlerin, hangi çıkarlar için Ermeni halkının katli emrini verdiği anlatılmaktadır kitapta. “Türk halkı kırk milyon. Şimdi kendinizi sadece bir an için bizim yerinize koyun bayım! Bu kırk milyonu birleştirip, Almanya’nın Avrupa’da oynadığı rolü, günün birinde Asya’da oynayacak bir ulusal imparatorluk kurma fikri büyük ve onurlu bir politik plan değil mi? İmparatorluk bekliyor. Sadece uzanıp almamız gerek. Ermeniler arasında gerçekten de korkutucu miktarda aydın var. Siz gerçekten de bu tür aydınların dostu musunuz Bay Lepsius? Ben değilim! Bizim içimizde fazla aydın yok. Buna karşılık biz, büyük imparatorluğu kurma ve yönetme yeteneğinde olan kahraman, eski bir ırkız. O nedenle engelleri aşacağız.” “Enver Paşa, ilk kez şimdi çıplak gerçeği açıklıyor. Artık yüzündeki çekingen gülümseme değil, gözleri sabit ve soğuk bakıyor, iri, ürkütücü dişlerinden ağır ağır sıyrılıyor dudakları: «İnsanlarla veba mikrobu arasında barış olmaz.» Hemen atılıyor Lepsius: «Demek ki siz, harbi, Ermeni milletini tamamen yoketmek için kullanmak istediğinizi kabul ediyorsunuz?» …” “Göç” emrini verenler ve uygulayanlar; Ermenilere “göç” emri verildiğinde, bu emrin soykırım olduğunu, “göç” edenlerin de ölüme göç ettiklerini bilmektedirler. Ermenilerin bir kısmı “göç” emrine boyun eğer ve yollarda, daha “yerleşecekleri” çöllere varamadan da ölürler. Onlar daha yola çıktıklarında, bu “göç”ün ölüme göç olduğunu anlamışlardır. Bir kısım Ermeni ise, bu “göç” emrinin ne anlama geldiğini anlamışlar ve bu emre karşı direnmeye karar vermişlerdir. Bu kitapta hem “göç” edenlerin yaşadıkları sefalet, hem de “göç” etmeyip direnenlerin yaşadıkları kuşatma, saldırı ve savunma anlatılmaktadır. Olayların anlatımı kuru bir dille olmamaktadır. İnsanların “göç”e direnmeleri esnasında neler hissettikleri, karşılaştıkları zorluklar, duygusal hayatları; üç keçisi olanın da bir keçi sürüsüne sahip olanın da özel mülklerine nasıl düşkün oldukları, zorun dayatması sonucu bu düşüncelerinden geçici olarak vazgeçmeleri, ertesi gün ölebileceklerini düşünmelerine rağmen para ve eşyalarını da sakladıkları anlatılmaktadır. “Papazımız, benim gücüm yettiğince hayır yaptığımı, yoksullar, kilise ve okul için payıma düşeni her zaman verdiğimi bilir. Ve bu çevrede en büyük pay, hep bana düşmüştür. Kuzeyde ve Doğudaki halkımız için para toplanacağı zaman, adım hep listelerin en başına yazılmış ve ben, kötü geçen yıllarda bile büyük miktarlarda bağış yapmak zorunda kalmışımdır. Hayır, hayır övünmek istemiyorum…” Konuşmanın burasında bağlantıyı yitiren Kebusyan, birkaç kez daha alçak gönüllülüğünü belirten sözleri tekrarlar… “Çayırda otlayan en kalabalık, en iyi koyun sürüsüne sahip olduğumu da inkar etmiyorum. Peki nasıl elde ettim böylesine iyi sürüyü? Çünkü hayvan yetiştirmeyi biliyorum. Çünkü dünyada olup bitenleri izliyorum. Ama şimdi aniden koyunsuz kalacağım, ya da meşe ve ceviz ağacından başka bir şey bilmeyen herhangi bir oymacının, veya herhangi bir dilencinin ne kadar koyunu olacaksa, benim de o kadar olacak…” #insanokur# Geç olsa bile ermeni geleneklerini,yaşam tarzlarını, aile hayatlarını öğrenmiş olmak, onların varlığını pekiştirdi. Hiçbir dilin, hiçbir ırkın yok edilemez olduğunu anladım. Yazacağım insani cümlelerin bile siyasetleştirilmesini engellemek adına kişisel yorumlarımı yazmaktan kaçındım fakat tarafsız bir şekilde okunduğu takdirde vicdan ve insani duygular dışında her şeyin önemsiz olduğu anlaşılacaktır. Bence hepimizi birleştirecek bir düşünce var. 'Masum insanların hayatı tüm çıkarların, stratejilerin önüne geçmeli.'
Musa Dağ'da 40 Gün
Musa Dağ'da 40 GünFranz Werfel · Belge Yayınları · 2014156 okunma
··
225 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.