Gönderi

228 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
9 günde okudu
Kitapta, yönetmenin kişiliği, biçeminin evrimi, filmlerindeki anlatı, karakterler hakkında ayrıntılı olarak bilgi verilip, inceleniyor. Yazarın konusunda uzman bir akademisyen olması sebebiyle, elbette tıpkı Béla Tarr filmleri gibi, teknik incelemelerinin de yer yer okura, biraz da birikimine bağlı olarak, “ağır” veya “sıkıcı” gelebilme ihtimali mevcut. Yine de, genelde sinemaya özelde yönetmene olan ilgiyle, bu akademik bölümlerden de herkes kendince nasiplenebilir. “Özellikle bir yönetmenin” filmleri, bir sinema eleştirmeni veya akademisyen olmayan sıradan bir seyirci tarafından neden sevilir, beğenilir; bunun çok ve farklı değişken etkenleri, öznel sebepleri olabilir: Mesela, ‘Satantango’ (Şeytan Tangosu) filminde Irimias karakterini de canlandırmış olan, ‘Sonbahar Almanağı’ından itibaren Tarr filmlerinin müziğini yapan besteci Mihaly Vig olmasaydı acaba Béla Tarr filmlerini bu kadar çok sever miydim? Tarr’ın açıkladığı gibi: “Besteci olmasaydı filmler, şu anda oldukları filmler olmazdı. Stüdyoya asıl çekimden bir ay önce girer, müziği besteler, bize verir ve sonra biz de çekimde onun müziğini kullanırız. Dolayısıyla müzik, oyuncularla veya öyküdeki sahnelerle eşit önemde bir role sahiptir. (s. 30)” “Yavaş anlatılar filmlerde pek çok çarpıcı hareket isteyen, sıradan günlük etkinlikleri izlemek istemeyen çoğu izleyici için aynı zamanda sıkıcıdır da. Soru, bu tip anlatının nasıl herkes için sıkıcı olmayabildiğidir. (s. 147)” Bunun cevabı bilinemediği gibi, aksine, örneğin ben ve benim gibi olan bazıları için de, pek çok çarpıcı hareketle dolu “vurdulu kırdılı” tabir edilen bir filmin sıkıcı olmasının izahı da belirsizdir. “Bütün filmlerinin temel teması 'tuzaktır (kapana kısılma).' Her film karakterlerinin ne kadar uğraşırsa uğraşsın dışına çıkamadığı bir durumu gösterir. Istıraptan kendileri sorumlu olsun olmasın acınası durumun umutsuz tutsakları olarak kalırlar. (s. 129)” Şimdi bu alıntıda sözü edilen şey nasıl da güzel anlatıyor, ama neyi; filmlerini mi yoksa biz “insan oğlu”nun hayatını mı? “Dışarıda neredeyse sürekli yağmur yağar. Yağmur yağmadığında ise çok güçlü bir rüzgâr vardır. (…) Bu dönemdeki filmlerinin hepsi çıplak ağaçlar, gri gökler, karsız yalnızca rüzgâr ve soğuk yağmurla güzden ilkbahara kadar süren yılın en ıssız ve tatsız döneminde kurulur. (s. 103)” Belki de yağmur, çamur, rüzgâr, soğuk, çıplak ağaçlar, gri gökler, ıssızlık ve tatsızlık güzeldir, her zaman içinde ilkbahar ve yazı saklamasa bile… İnsan yaşamı, öyle ya da böyle hüzünlü bir öykü değil mi son kertede? Sözün kısası, insan ruhuna eşlik eden beyhûde hayatın siyah-beyaz röntgen filmlerini çekmiş çıkarmış adeta Béla Tarr. Elbette bir röntgen filminin ilgili uzman ve zorunlu olarak hasta dışındaki pek çok kişi için hiçbir câzibesi yoktur. Evet, “Altının kıymetini sarraf bilir” derler. Öyleyse, mâlûm röntgen filmlerine olan ilgim sarraflıktan değil de “hastalıklı insan hâli”mden ötürü olsa gerek. Cannes, 2017, Béla Tarr "Sinema Üzerine..." youtube.com/watch?v=RyprZDU...
Bela Tarr Sineması
Bela Tarr SinemasıAndrás Bálint Kovács · Hayalperest Yayınevi · 201518 okunma
··
73 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.