Gönderi

116 syf.
10/10 puan verdi
Bir öyküyü beş ayrı kurguyla yeniden yeniden okumak bana ilginç geldi.
Cemal Şakar’ı ilk defa okuyorum. İsmini duyar ama ben onu şair zannederdim. Değilmiş. Öykücüymüş. Pencere kitabını okudum, anladım ki has öykücüymüş. Kitap beni şaşırtan bir girişle başlıyor. Madde madde hikaye yazılır mı? Yazılmış, gördüm. Kitap iki bölüm halinde yazılmış. İlk bölüm, beş alt başlıktan oluşuyor. Bunlar: Pencere, Yöneliş, Denizin Sonsuz Maviliği, Biz Birbirimizi İçimizde Taşırız, Suskunluktaki Hayret Verici Aydınlık. İkinci bölümde ise birbirinden bağımsız Öykünmek, Otacı, Dilemma ve İstidrad adlı öyküler var. İkinci bölümdeki öyküler de dikkate değer çalışmalar olsa da ben daha çok birinci bölümdeki Pencere öyküsüne takıldım. İki dost var. Bir zamanlar yediği içtiği ayrı gitmeyen iki dost. Kuvvetle muhtemel üniversite yılları. Kurdukları derginin etrafında yazdıkları yazılarla dünyayı kurtarmaya çalışıyorlar. Çay ve sigara eşliğinde konusu yazmak, okumak ve kitap olan sohbetler ediliyor. Yıllar geçiyor. Hikaye de bundan sonra başlıyor. İki dosttan biri deniz kenarında zeytinliklerin bol olduğu bir kasabada felçli, evli ve iki çocuk babası olarak yaşıyor. Diğeri ise elinde çanta ülke ülke dolaşıyor. Dolaştığı yerlerin ilginç fotoğraflarını topluyor ve bunları felçli dostuna gönderiyor. Felçli dost ise bu fotoğraflara bakarak hayal aleminde kendince yeni şehirler kuruyor, oturduğu evin zeytinliklere ve uzağında denizi gören penceresinin önünde. Niçin felç olmuştur, bilinmiyor. Bilinen şey, çokça kitap okuduğu ve bir zamanlar yazılar yazdığıdır. Pencere hikayesi beş alt başlıktan oluşmuş hikaye dedik ya, aslında aynı hikaye beş farklı şekilde yeniden yazılmış. Felçli dosta bir telefon gelir. Hastalığında hastahanede de kendisini ziyaret eden diğer dost aramıştır. Hafta sonunda kendisini ziyaerete geleceğini belirtmiştir. Ziyaretten evin hanımı haberdar olur. Ev derlenir toplanır. Şezlonglu bağ evi de bir şekilde misafir için hazırlanır. Giriş bölümünde hikayeci senaryo yazar gibi durumu madde madde ortaya koyuyor. Bazı maddeler boş. Snırım vurgu için. İki dostun sessiz sarılmaları ve de anlatılmayan ama çok şey anlatan bakışları üzerinde çokça durulmuş. Yöneliş bölümünde hikaye evin büyük erkek çocuğunun ağzından anlatılıyor. Babasının hatıralarına, babasının sözlerine ve hallerine saygılı bir çocuk. Biraz da meraklı diyelim. Babasının gizemli dünyasını merak ediyor daha çok. Misafir gelmeden önce bahçeyi elden geçirmiştir. Dost kapıdan girdiğinde bahçedeki çiçekleri gördüyse de pek ilgilenmemiş ve doğruca dostunun yanına çıkmıştır. Burada iki dostun birbirine sarılması vardır ki delikanlı ömrü hayatında böyle bir dost sarılması görmemiştir. Gerçekte de bu öyle bir sarılmadır ki, kelimelere gerek bırakmamış, bütün özlemler, bütün hasretler ve geçmiş yaşanmışlıkların hepsi bu sarılmada yeniden yeniden hatırlanmıştır. Fazla da konuşmuyorlar zaten. Çoğu kez bakışıyorlar. Delikanlı iki dostu izlerken neler düşünmüyor ki: Felçli olan babası neden evini gurbet haline getirmiştir? Neden babası sislerin arasında kalmış, ve geçmişini ve hayal dünyasını sırlaştırmış. Halbuki annesi ev hanımı, herşeyi ortada olan bir anne işte. Denizin Sonsuz Maviliği alt başlığında aynı olaylar bu sefer annenin ağzından anlatılmaktadır. Felçli bir kocanın hizmetini görmek pek de kolay olmasa gerek. Kadın aslında kocanın şimdiki halinden değil de felçli olmadığı zamanlardaki yaşayışından şikayetçi gibi. Eviyle, çoluk çocuğuyla, bağıyla bahçesiyle ilgilenmemiş bir koca. Bütün işleri sağlığında da hastalığında da kendisi yapmıştır. Hem kocası kendisini İstanbullara da götürmemiştir. Yatırları, camileri gezdirmemiştir. Varsa yoksa kitaplarıdır. Keşke bir kitapla evlenseymiştir. İkaz etmişlermiş onu aslında okumuşla evlenme diye. Her ne kadar böyle böyle mızmızlansa da kadın, kadındır yani. Kocasını seviyordur aslında. Etrafındaki kadınların kocalarına baktığı zaman, melaike gibi bir kocaya sahiptir. Ne küfür, ne kabalık. Bir de işte o pencerenin orada sıkışıp kalmasa hayallerini bizimle de paylaşsa. Dünyasına bizi de alsa ne olurdu sanki. İstanbullardan dostu gelmiş. Bu nasıl bir dost böyle. İnsan bir sorar, haliniz nasıldır, bir ihtiyacınız var mıdır? Okumuş dostlar hep böyle midir? Biz Birbirimizi İçimizde Taşırız alt başlığında ise ziyaretçi dost girer devreye. Dostunu hastahanede ziyaret edeli üç yıl olmuştur. Gittiği ülkelerden resimler gönderse de, epey bir zamandır gönderemediği fotoğraflar da vardır. Bunları da yanında getirmiştir. Dostuna verecektir. Bu verdiği fotoğraflar acaba dostu için iyi gelmekte midir? Ziyaretten sonra bunu da sorgular. Çünkü dostu bu sefer fotoğraf dolu zarfı açmamıştır. Dolaşan ve yatan iki dost. Biri dolaşmış ve de sanki “Bak sen dolaşamıyorsun ama bak ben oralardan sana fotoğraflar getiriyorum, bak senin yerine de dolanıyorum.” der gibi mi? Hayır değil aslında. Misafirin böyle bir niyeti yok. Onun niyeti dostunu bu fotoğraflar sayesinde bulunduğu yerden uzaklaştırmak gibi. Misafir gelirken yanında evin hanımına verilmek üzere hanımından bir hediye getirmiştir. Hediyenin içine “Biz birbirimizi içimizde taşırız.” notu da koymuştur. Niye koymuştur? Kendi kendini sorguluyor misafir. Son olarak, Suskunluktaki Hayret Verici Aydınlık alt başlığında ise olaylar felçli ev sahibi tarafından aktarılır. Onun gözüyle en baştan hikayeyi bir kez daha okuruz. Ev sahibi dostun ziyareti esnasında ne hanımının ne de büyük oğlunun yanında kalmasına müsaade etmiştir. Yaşadıkları yaşayacakları sadece dostuyladır. Dostun gelişi onda eskiyi yeniden uyandırmıştır. Ortak okunan kitaplar, ortak içilen sigaralar, yazılan kitaplara getirilen eleştiriler yeniden zikredilecekmiş gibi hissederse de, hayır. Bunlar konuşulmaz. Bunlar bakışlarla ve sarılmalarla birbirinin içine akıtılır. Misafir yanında son çıkan iki kitabını da yanında getirmiştir. Pencere kenarında hiçbir yazı yazmadan sadece imzalayarak bırakmıştır. Ne yazsın ki. Yazılacak her şey görüldü çünkü. Vedalaşırken hangi ayrılık cümlesini kursun ki. Bakışlar yeterince her şeyi anlatmıyor mu? Bir öyküyü beş ayrı kurguyla yeniden yeniden okumak bana ilginç geldi. Aslında güzeldi. Biz yazılanları genelde ya yazıcının, ya da bir kahramanının ağzından dinliyoruz. Oysaki aynı olayları üçüncü kişilerden dinlesek belki de kitapla ilgili düşüncelerimizde çok değişiklikler olacaktır. Böyle bir şeyi her yazardan isteyemeyiz tabii ki.
Pencere
PencereCemal Şakar · İz Yayıncılık · 201438 okunma
·
69 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.