Gönderi

Hypetia, Cadılık, Şimdiki Kadın
geçen günlerde çok sevdiğim nuray sungur hocamla konuşurken söylediği bir cümle çok etkiledi beni. "bu kanlar boşuna akmıyor, özgürlüğe dönüşecek." bin yıllardır kadının mevcut durumu ortada. bunu görmemek için toz pembe bir rüyanın içinde olmak gerekir fakat hayat, bize bazen bu pembe rüyaları gösterse de, bizim, "olmamız gereken kişi" olmamız yolunda, diğer yüzlerini de gösteriyor/göstermek zorunda. hypetia, zamanında bilim, felsefe, yaşamın anlamı yolunda verdiği çabayı "cadı" olmakla ödüyor. ama ona yüklenen bu "cadı" konumu, insanın bugün geleceği noktayı, iskenderiye kütüphanesi'nin tahrip edilmesi ile yüzlerce yıl geriye atıyor. kutsallık olarak atfedilen ne varsa, üzerinden büyük "sevaplar" kazanılacağı inancı, her zaman felaketlere sürüklemiş bizi. o yıllarda her şeyin, dünyanın etrafından dönmediği ihtimalini düşünmek, tanrıyı, isa'yı reddetmekti; şimdi ise kadın, "evet her şey dünya etrafında dönmüyor, ama senin etrafında da dönmüyor!" demek istiyor erkeğe ve eril zihniyete. ve demeli. bunu sadece meydanlarda bağırarak, ya da özgürlüğü sadece "rahat giyinmek, gecenin bir vakti sokakta olabilmek, yalnız başına otostop, kamp yapabilmek" gibi alanlarda değil, yaşamın her alanında yeniden yaratmalı/yapılandırmalı. yani tanrı'nın ona verdiği küçük izinlerde değil, tanrı'nın düzenine tümden başkaldırmakta olmalı aradığı. bunu da ancak ve ancak kendi varlığını olumlayarak yapabilir: felsefenin, sanatın, hayatı anlamak noktasında devinen, dönüşen bilim içinde var olarak yürütebilir ancak. bilimin ortaya koyduklarını da sorgulayabilmeli, var olan bilimin eril zihniyeti, düzeni nasıl beslediğini de. nedense böyle yazılar her zaman aşkı, duyguları, bazen duygulara teslim olma halini yok sayıyormuş gibi, zihnin sadece rasyonel yanını kullanmak ve duygulara geçit vermemek gibi gizli bir anlamla beraber okunur. bazı kadın hakları üzerine yazan yazarlar da "erkeğe aşık olmamak, bağlanmamak, her zaman rasyonel olmak, duygulardan kaçmak" gibi alt metinler de üretebilir. ama bir ilişki başladığında radikal olarak karşı çıkılan ne varsa yavaş yavaş onların içine doğru çekilmeye başlanır. bunun nedeni bana kalırsa verilen mücadelenin ne için, kim için, neden olduğunu karıştırmakla ilgili. belki bu davayı toplumsal anlamda savunmak istiyoruzdur ancak kişisel yaşama oturtmak için yeterli direngenliğe ulaşmamışızdır henüz. çabamız sadece kendi haklarımız üzerinden olursa erkeğe verdiğimiz mesaj da yanlış olur. halbuki böyle bir mücadelemiz varsa erkek, mücadelemizin kişisel olmadığını, özgürlüğe ve varolmaya verdiğimiz değerin tüm cinsiyetler için geçerli olduğunu bilmeli. yazı uzun, ama aslında içindeki mesaj açık ve kısa, yaşam eşit olmalı. olabildiğince. bu kavgayı bir şeye karşı olmak, bir şeyden nefret etmek, bir cinsiyeti ötekileştirmek adına değil, yaşamın, varoluşun anlamı adına yürütmeliyiz. işte o zaman, nevrotik ihtiyaçlarımızdan uzak, hayatımızda bir erkek figürüne duyduğumuz yoğun nefretin tüm erkekliğe yayılması, yaşadığımız bir olaydan ötürü bunu kişisel bir mesele haline getirip sağda solda feminist hareket adı altında naralar atmak yerine kendimize ve dünyaya dürüst bir yaklaşımda bulunabiliriz. umarım dökülen kanlar, özgürlüğe dönüşür. umarım değişen imgelerin arka planında, din adına, ahlaki normlar adına, gelenekler adına var olan cinsiyetçi tutumlarımız, tarihte hiçbir imgeye geçit vermeyecek bir noktaya gelir sonunda. tanrının maskesi düşmeli.
·
10 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.