Gönderi

590 syf.
10/10 puan verdi
Bülbül Bu. Takmış Kanatlarına Beni Gülümüze götürüyor...
Alevler dağ gibi. Mancınıklar kurulmuş. Etrafta binlerce insan. İbrahim ve kuş. Güya kuş İbrahim’i bu zalim durumdan kurtarmak için gelmiş. “Sen, minicik bir kuş, ben şu heybetli beden. Aşağıda dağ gibi alevler. Allah aşkına, sen beni nasıl kurtaracaksın?” “Kanatlarımla, haydi tutun gidiyoruz.” İbrahim’in yüzünde tebessüm: “Sen de biliyorsun ki o minicik kanatların beni kurtarmaya yetmeyecek. Neden yapıyorsun?” “Çünkü sen, hakkı savunuyorsun, doğruluk üzeresin.” “Tamam da, bak ateşe yaklaşıyoruz, haydi, lütfen!” “Seni kurtarmadan olmaz.” Boşa öleceksin” “Hiç boşa olur mu İbrahim, kimden yana olduğum bilinir.” Kuş ve İbrahim işte şimdi ateşteler. O da ne! Ateş yok ortada. “Yığın yığın kütükler, yeşilliklere dönmüş, ateş yalımları şelalelere durmuş. Kül kül, kor kor odunlar; çiçek çiçek yaprak olup çevremizi kaplayıvermişti. İçinden ırmakların aktığı, ırmağında balıkların yüzdüğü mamur bir bahçedeydik. Ve her tarafta güller vardı. Her renkten ve her çeşitten güller. O civarda daha evvel hiç olmayan, hiç kimsenin tanımadığı, kokusu dimağları mesteden güller…” İbrahim sorar: “Adın ne senin?” “Bülbül” “Ey bülbül, bil ki, Rabbim, kendisine tek ilah olarak inandığım ve bu uğurda Nemrut’un eziyetlerine sabredip ateşe atılmayı göze aldığım için bugün bana dostluğunu verdi; lakin şu güller var ya, hani şu bahçe, işte o senin içindir, kıymetini bil.” Bülbül neşede. Gül olur da bülbül neşelenmez mi? Sesi güzelleşmez mi? Yanında gülü olur da hangi bülbül mest olmaz. İbrahim: “Güller karşısında bu kadar mest olma ey bülbül. Fazla da övünme. Bil ki dünyanın en güzel gülü henüz açmadı. Bu gördüklerin onun güzelliğinden yalnızca bir desen, onun kokusundan yalnızca bir esinti.” Bülbülün içine bir kor düşer. Dünyanın en güzel gülünün hasreti şimdiden bülbülün neşesini kaçırmaya yeter. Sordu: "Ne zaman?" “Yüzyıllar sonrasında…” dedi İbrahim. Bülbül dua istedi. “Onun nuru nesilden nesile intikal ederken, benim de ona olan aşkım soydan soya çoğalsın. Ve onun aşkıyla bülbül neslinin sesi gittikçe güzelleşsin.” Hikâye burada başlıyor. Yüzyıllar bülbülle beraber akıyor. İshak’la başlıyor zaman; Zekeriya, Yahya ve İsa derken tam on sekiz peygamber devri yaşanıyor. Bülbül anlıyor, gülün vakti yaklaşıyor. Bülbül Kâbe’de yanık sesiyle gülünü bekliyor. Ninni ile başlayan, mersiye ile biten kırk şiiri onun için besteliyor. İlk beste babaları tarafından diri diri gömülecek kız çocukları için. Ninniler; yüreği sökülen anneler için. Şarkı var, zemzeme yazılmış; şarkı var, Abdullah’ın iffetine, Amine’nin güzelliğine. Nurun alından alına geçişine. Bülbül geceler boyu hasretle gülünü görmek için ötüyor, ötüyor, ötüyor... Sonrasında gülün açılma zamanında yoruluyor, uykusu geliyor, dalıyor. Bir türlü göremiyor gülün açışını. Yine öyle oluyor. Bülbül uykuda. Gök kapısı açılmış, işte yıldızlar hale hale nur. “Arşın nuru yere indi/ Suyun rengi nura döndü/ Hep susuzlar suya kandı/ Muhammed doğduğu gece.” Bülbülün şarkıları kimi zaman neşeli, kimi zaman hüzünlü, kaygılı… Bazen duaya duruyor, bazen “Kurusun” diyor, “Ebu Leheb’in elleri!” Bazen Hira’da tefekkürde, bazen gökyüzünde Gülünü takipte. Bazen ikiye yarılmış ayın bir diğer tarafında. Bazen açlıktan ağlayan bir çocuğun feryatlarında. Bazen çölde “Ehad, Ehad!” diyen İlk Müslüman yüreklerin ahlarında; bazen Bedir’de Uhud’da, Hayber’de Zülfikâr’da. Bazen bir mezar başında, Hatice için Gül’ünün gözyaşlarını siliyor; bazen bir kolye taşında Zeynep için dökülen inci tanelerini topluyor. Bazen boş bir sahanda, Hasan’la, Hüseyin’le, Fatıma’yla dünyadan geçiyor, yok’u yok ediyor. Bazen bir mucizeye şahitlik edip beş parmaktan oluk oluk akan suya neşideler okuyor; bazen de Bilal’in Kâbe damından okuduğu ezana eşlik ediyor. Bülbül bu. Beni de kanatlarına takmış, Gülümüze, Gülümüz neredeyse oraya götürüyor. Asrı Saadet’in sokaklarında, evlerinde, evlerin içindeki yüreklerde neler yaşanıyor, öğreniyor; birlikte bazen duaya bazen şükre duruyoruz. Kitap doksan dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz kelimeden oluşuyor. İskender Pala, Kitabın bir kelimesini dahi abdestsiz yazmadığını söylüyor. Hazreti Peygambere sunulacak hediye kıymetinde titizlenerek hazırladım bu eseri, diyor. Bir romanda hazreti Peygamberi hayalen konuşturmak mümkün değil. Yazar da öyle yapıyor. Kitapta ağırlıklı olarak Hazreti peygamber değil de etrafındaki kişiler konuşturuluyor. Onların yaşadıkları olaylar etrafında Hazreti peygamberi okuyoruz kitapta. Kitabın yazılış maksadıyla ilgili İskender Pala diyor ki: “Materyalizmin baskısında gönüllerini ıskalamış bir dünyayı yaşıyoruz. Savaşlar, ayrışmalar, kavgalar, şiddet, açlık ve en ziyade de ruhlardaki boşluk… Yığın yığın… Hangisine dertlenmezsiniz ki? Ve reçete Rahmet Nebisi’nde, Asr-ı Saadet’te… Her Müslüman’ın yegân yegân öğrenmesi, öğrenerek kalbine doğru yolculuklar yapması, gözlerini içine çevirmesi, belki dünyalık kaygılarla kirlenen gözlerini yıkayıp yeniden görmesi gerekiyor artık. İslam’ın özüne ve hakikatine yapılacak bir yolculuk gerekiyor. Bülbülün Kırk Şarkısı bu derdin peşine düşülerek yazıldı. İslamiyet’in türlü yorumlarının birbiriyle çeliştiği, Müslümanların savrulup birbirini kırdığı, din adına bezirgânlıkların yapıldığı bir zamanda en berrak, en mükemmel ve katıksız Müslüman olan Resul-i Kibriya’nın hayatına bakarak kendimizi düzeltme maksadıyla yazıldı.” Yazıyı eserden bir uyarıyla bitireyim. “Size bir sır vereyim; eğer seher vaktinde bir bülbülü dinliyorsanız, bilin ki Hazreti Peygamberi anlatıyordur. Kâinatın gülünü anlatıyordur. Kâinat gül olmuş, onu anlatıyordur. Uzun gecelerin gözyaşlarını en iyi bülbüller bilir. Tenheda ağlayan âşıkların derdini en iyi onlar anlar.”
Bülbülün Kırk Şarkısı
Bülbülün Kırk Şarkısıİskender Pala · Kapı Yayınları · 202010.5k okunma
·
48 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.