Ben "İslam Tarihi" dersini vermekteyim ve her yıl şu soruyu sorar, önceden de herkesin bildiği gibi şunu söylerim: Bu sorunun doğru cevabı verilebildiği takdirde, müşküllerin birçoğu çözümlenmiş olur, hatta toplumsal sorunlar da. Sorduğum soru şudur: Aynı toplumda iki zat aynı dini tebliğ ederek kabul edilmesine, benimsenmesine çalışmaktadırlar. Resul-i Ekrem (S.A.) başarıya ulaşırken Hazret-i Ali yenilgiye uğramaktadır. Niçin? Halk aynı halktır, yedinci miladi yüzyılın Arap halkı. Din de aynı dindir, İslam dini. Kur'an aynı Kur'an, ma'bud da Allah. Dil de aynı, zaman da aynı, toplum da aynı, her iki zat aynı şeyi istemektedirler, Resul-i Ekrem de, Ali de. Niçin birisi başarıya ulaşıyor, muzaffer oluyor da, diğeri yenilgiye uğruyor?
Bu soruyu sorduğumda, bazılarının verdiği cevaplar çok korkunç olmakta idi, diyorlardı ki: Ali uzlaşmacı değildi, Hakk'a aykırı olanla hiçbir zaman uzlaşmaya yanaşmazdı. Zulmü kabul edemiyordu. Pazarlık tanımazdı. Pekala, bütün bunlar Ali (K.V.) lehinde söylenmiş sözler. Ancak, Resül-i Ekrem (S.A.)'in aleyhine değil midirler? Demek ki, el-ıyazu billah, Allah esirgesin, Resül-i Ekrem (S.A.)'in bu vasıfları haiz olmadığı için mi galip geldiği söylenecek? Evet, Ali'nin uzlaşmacı olmayışı, zulmü hiçbir zaman kabul edemeyişi, bütün bunlar etken olmuştur, fakat başka bir etken aranmalıdır, asıl etken de başka bir şeydir. Resül-i Ekrem (S.A.) zamanında var olmayıp Ali (K.V.) zamanında ortaya çıkan bir etken aranmalıdır. Aslında bu etken apaçık ortadadır. Bu da Tağut'a tapıcılık, ırka, kabileye, aileye ve sınıfa bağlı din, puta tapıcılık haline, şirk haline getirilen din, «mele' ve mütrefin»in aleti olan din, yani o dönemin Kureyş'idir.
Bu din, yani şirk dini, Resül-i Ekrem (S.A.) zamanında apaçık, örtüsüz, dosdoğru ortada idi. Ebu Süfyan, Ebu Cehl, Ebu Leheb, açıkça «işte bunlar benim putlarım!» diyebiliyorlardı. Açıkça ve resmen «Kabe'nin bir puthane olarak önemini koruyalım, Kureyş'in ticaret hayatı bu sayede ayakta durabilir» diyebiliyorlardı. Onların yine açıkça söylediklerine göre, Kureyş'in üstünlüğü ve ticareti bu putlara bağlı idi. Kureyş'in Araplar arasındaki ululuğu, mevki ve makam sahibi olmaları, Arap boyları arasındaki üstünlükleri, onlara göre, bir puthane haline getirilen Kabe'nin «mütevelli»liğinin, yönetim görevlerinin Kureyş'te oluşu idi. Bunlar atalardan gelen kural ve törelerin bir parçası idi (Sünnet-ul-evvelin). Onların atalardan gelen «mitoloji»lerinin, esatir ve efsanelerinin bir parçası idi. (Esatir-ul-evvelin).
«Başka bir şeyi asla kabul edemeyiz, biz bu eski törelerin savunucusuyuz» demekte idiler. Bu sözleri dobra dobra söylemekte idiler. Bu sebeple, bu gibi kişilerle mücadele daha kolaydır. Zafer daha kolaylıkla gerçekleşir. Resul-i Ekrem (S.A.) zamanında durum böyle olmuştur. Biz burada tarihi ve toplumsal etkenleri değerlendiriyoruz, yoksa « gaybi» etkenleri ne ben bilebilirim, ne de başkası. Ali de aynı türden kişilerle savaşmaktadır, ancak bu kişiler artık perdelenmiş, maskelenmiştir. Burada perdenin örtünün anlamı nedir? Burada «Tevhid» örtüsü şirk bekçilerinin üzerine çekilmiştir. Ali kılıç çektiğinde, artık öylesine bir «Kureyşli»ye karşı kılıç çekmektedir ki, artık putları değil, Kabe'yi savunduğunu söylemekte, «Muvallakat-ı seb'a»yı (Yedi Askı) değil, Kur'an-ı Kerim'i mızraklara takmaktadır ki, bununla mücadele kolay değildir.