Gönderi

623 syf.
9/10 puan verdi
·
Liked
Eylül 1922’de General Pelle ile Mustafa Kemal arasında bir görüşme olur. Bu arada Merhaba arkadaşlar, direkt konuya girdim selamsız falan ama kusura bakmayın. Bu görüşme neticesinde 20 Eylül 1922 günü Pelle, İzmir’den ayrılır. Mustafa Kemal’in artık Anadolu macerası bitmiş, İtalyanlar sonrası Fransızlar da Mustafa Kemal’e sıcak bakmaya başlamıştır. Çünkü aslen kendi sınırları dışındaki her asker başka bir toprakta uzun süre kalınca sıkılır, evini, yurdunu özler. Sadece Yunanlılar uzun süre rüya görmeye devam etmiş ve 3-5 mermi atan kendini bu toprakların efendisi sanmıştır. Her neyse bu görüşmeden 1 yıl sonra 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalanacak, imzalardan biri Pelle’nin olacak; bunu takip eden süreden 1 yıl sonra da 16 Mart 1924’te Pelle ölecektir. Az önce bir cümle kullandım onu açmak istiyorum. Türk Ordusu bile her zaman bu şekilde çalışır. Ta geçmişe dönelim, yeniçeriler zamanında bile orduyu geri plana koyan askerler evlenmeye başlamışlar, bildiğiniz esnaflık yapmışlar, askerlik olan görevlerini geri plana itmişlerdi. Bir orduya, ne kadar bu görüş kabul edilmese bile, gerçekten aranılan ilk özellik öncelikle bekar olması, sevgilisinin dahi olmaması, yalnızca askerlik üzerine düşünmesi ve uzun süredir de bu şekilde yaşamış olmasıdır. Çünkü ordu asla askerlerinin tehdit edilebileceği bir unsuru dışarda barındırmak istemez. Ordunun aradığı asker, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan askerdir. Bundan iyisi ordu için bulunmazdır. Tüm dünyadan toplanıp getirilmiş ve sadece amacı SAVAŞ olan bu insanların hiçbir hedeflerinin olmayışı da savaş bitip bekleme süresince onların canını sıkacak ve gitme isteğini artıracaktır. Ortada var olan bir şeref, haysiyet, onur ve bunları kurtarma duygusu olmamasından kaynaklanır bu durum. Geride bir bekleyeni bulunan, onları özleyen, evinden ayrı kaldığı için bir de can sıkıntısıyla bunalıma giren insandan asker olmaz. İş bu sebeple her orduda bulunan bu amaçsızlar topluluğu GENERAL bile olsalar, MAREŞAL dahi olsalar sıkılır ve geri dönmek isterler. Gözler daha sonra İtilaf devletleriyle yapılan ve ülkemizde de hiçbir şekilde beğenilmediği sık sık dile getirilen 11 Ekim 1922 tarihli Mudanya Ateşkes Antlaşmasıdır. Bu antlaşmanın birkaç önemi vardır. Biri İsmet Paşa’ya Mustafa Kemal’in gönderdiği mektupta belirttiği gibi Meclis’in muvafakatidir. Yaşanılanlara sessiz kalan İstanbul Hükumetinin hukuken sona erdiğini gösteren belgedir. Millet Meclisi, dünyanın en dev hükumetleri tarafından tanınmıştır böylece. Bu bakımdan çok mühimdir. Zaten sonradan beğenilmeyecek ve başka bir antlaşma yapılacaktır. Hangisi mi? Biraz bekleyin canım. Sonrasında sıra Saltanat’ın kaldırılmasına geliyor. Tarihi olarak 1 Kasım 1922 ama onun da evvelinde Sultan Vahdettin’in gidişi var. Kasım 1922’de ayrıldığı İstanbul’dan yanına kendi parası hariç tek altın bile almadan, sefil bir şekilde vefat edeceği 16 Mayıs 1926’a kadar yurt dışında yaşadı. Mustafa Kemal’den bir kere para istediği ancak Mustafa Kemal’in de o dönem parası olmadığı için yardım edemediği tüm kaynakların ortaklaşa yazmasıyla sabittir. 65 yaşlarında kalp rahatsızlığından dolayı vefat etti. Bazen bazı kelimeleri kullanırken zorlanıyorum arkadaşlar, yanlış anlayacağınız bir kelime kullanmışsam -mesela gitti yerine kaçtı gibi- o anın verdiği hararetten dolayı yazmışımdır. Lütfen affediniz. Dikkat etmeye çalışıyorum ama sonuçta biz de insanız. Ardından halifelik için bir seçim yapılıyor. Bu seçimde şunu görüyoruz. 148 oyla halifeliğe Abdülmecid Efendi seçiliyor. Abdürrahim Efendi 2 oy, Selim Efendi 3 oy ve müstenkif (çekimser) olarak da 9 oy kullanılıyor. Daha sonra halife seçilen Abdülmecid Efendi’nin yaptığı bir hataya değineceğiz. Gerçi şimdi bahsedelim dağılmasın, sırayla gidelim. Kendisi Halifeliği aldıktan sonra bir fetve verecek ve bu fetvada Aldülmecid bin Abdülaziz Han ismini kullanacaktır. Yani halifelikten çok padişahlıkta gözü varmış gibi görünecektir. Millet Meclisinin artık son yaşananlar sonrası padişahlığa karşı oluşunu bildiğimiz için böyle bir yazının da insanın kendi kendinin sonunu getireceğini ön görmek kolaylaşıyor. Ardından merakla beklenen ve halen daha tartışılan BAĞIMLILIK MI BAĞIMSIZLIK MI gibi saçma soruları gündeme getiren Lozan BARIŞ Antlaşmasına gidiyoruz. 24 Temmuz 1923’te her kıtanın en büyük temsilcilerinin bulunduğu İsviçre’nin Lozan kentinde imzalanan bu antlaşmayı biliyoruz. Buradaki fark ise bu görüşmelerin 20 Kasım 1922 Pazartesi günü başladığını öğrenmek ve 8 aylık bir dönem ve gerçekleştirilen görüşmeleri sanki orada bulunmuş gibi okumanın tadına varmaktı. Yaşanan zorlukları gördükçe üzülmemek elde değil tabi. Daha sonralardan bir vatan sevdalısı ve bir vata hainini görüyoruz. İlki Beşiktaşlı arkadaşların da yakından tanıdığı Fuat Balkan. Batı Trakya’da Bulgarlarla beraber Yunanlılar ve Sırplara karşı başlattığı mücadele ile onu yakından tanıma imkanı buluyoruz. Yaptıkları içimi kabarttı. Aynı anda bahsedilen bir diğer hain ise Mustafa Sagir. Kurtuluş dönemini yakından okuyan arkadaşlar bilirler ki Lawrance ne ise Sagir de odur. Onun rezilliklerini görmek de aynı oranda nefret ettirici bir unsur. Daha sonra yeniden dönülecek olan Lazon görüşmelerine kadar içeride yapılan kongreler, bilhassa İktisat kongresi önümüze geliyor. Mustafa Kemal Paşa’nın bu konuda çok mühim bir sözü var. Siyaset, asker başarıları ne kerte büyük olursa olsunlar iktisat başarıyla taçlanmazlarsa kazanılan yengiler yaşayamaz. Bu söz oldukça mühim bir söz benim için. İzmir’de ilk ve aynı zamanda son kez yapılan bu kongre ve içinde konuşulanlar çok ilgimi çekti. Üzülerek söylüyorum ki aradan 100 yıl geçmesine rağmen burada bahsedilen konuların üzerine bir taş bile koyulamamış. Koyulan da geri sökülmüş. Bunu görmek maalesef oldukça üzücü. Son olarak bir Balayı Gezimiz var ve bitiriyoruz. Burada önemli bahis de şudur ki Adana’da iken kendisine bir grup gelip ağlayarak 4000 yıllık Türk yurdu Hatay’ın da geri alınmasını istiyordu. Onun zaten anımsayın en büyük isteği buydu ama vefatından 1 yıl sonra 1939’da Hatay, Türk topraklarına katılacaktı. Yanlışsam da lütfen tarihi düzeltin. Kitabın sonuna dönecek olursak çok güzel bir soru ile bitiriyorduk bu kısmı ve olduğu gibi yazıyorum: HALKI NE KESİCİ YÖNTEMLE NE DE BASKI YÖNTEMLERİYLE KENDİ EREĞİMİZE SÜRÜKLEMEYİ BAŞARAMADIĞIMIZI GÖRÜYORUZ. NEDEN? Ben de böylelikle bitiyor ve hepimize iyi geceler ve iyi okumalar dileyerek veda ediyorum. Başka bir kitapta görüşmek dileğimle, iyi geceler dilerim..
Kutsal Barış 1
Kutsal Barış 1Hasan İzzettin Dinamo · Tekin Yayınevi · 199633 okunma
·
129 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.