Gönderi

192 syf.
8/10 puan verdi
HADİ BİRAZ ÇOCUKLUĞUNUZA DÖNELİM. İNSANLIĞINIZIN ÇOCUKLUK DÖNEMİNE AMA... Psikologlar falan yaparlar bunu, bilirsiniz, bilmeseniz de duymuşsunuzdur. İçinde bulunduğumuz durumu anlamlandırmak, derinlerde yatan sebepleri belirlemek adına etkili bir yöntem olsa gerek. Zira her ne kadar yetişkinlik döneminde karakterimizin oturduğunu falan düşünsek de, o oturan "karakter" dediğimiz zımbırtı, gelip çocukluğumuzun üstüne oturur. Çocukluğumuz sallantılı ise o karakter de sallanıp durur; sağlam, sağlıklı bir çocukluk dönemi geçirdiysek karakterimiz de sağlam ve sağlıklı bir temel alır ve geleceğimizi de olumlu yönde şekillendirir. Sağlıklı çocukluk dönemi geçirenler, sağlıklı yetişkinler olarak toplumda sağlıklı bir yer edinirler. Ha istisnalar var mıdır? Elbette ki vardır. Sağlıksız ortamlarda sağlıksız bir çocukluk yaşayan insanların da kendilerine parlak bir gelecek kurabilmeleri elbette ki olasıdır. Lakin açık veya kabuk bağlı, yaralarını da içlerinde taşırlar. Kitapta da London, bireyden ziyade insanoğlunun çocukluğuna iniyor ve günümüz "modern" insanının, bu günlere nerelerden geçerek, hangi badireleri atlatarak geldiğini güzel bir hikayeyle anlatıyor. "Adem'den Önce" hikayemizin adı. Kutsal kitaplardaki "yaradılış" kavramından farklı bir hikaye anlatıyor bize. Kutsal kitapların kabul ettiği "ilk insan"dan da önceki bir hikayeyi anlattığını belirtmekte yani. İsmine bakarak, dini konulara da atıfta bulunan bir kitap olacağını düşünüyordum okumadan evvel, lakin bu topa girmemiş London. İyi de etmiş bence. Hikaye, günümüz insanının, "modern" bir insanın ağzından anlatılmakta. Bizimle birlikte toplu taşımayı kullanan, sokakta yanımızdan yürüyerek geçip giden, ailesi ve arkadaşlarıyla hoşça vakit geçiren, yiyip içen, sevişen, tv karşısında göbeğini kaşıya kaşıya uyuyan bir insanın hikayesi bu yani. Peki bu günlük rutin, alışılageldik aktiviteler bugüne nasıl geldi? Atalarımız da aynı şeyleri mi yapıyorlardı? Ya da bizim şimdiki yaptığımız aktivitelere muadil nelerle uğraşıyorlardı? Bunların anlatımı ile ve ilkel korkularımıza, içgüdüsel hareketlerimize, tavırlarımıza, bunların genetik aktarımına değinmesi ile bu hikaye, antropolojik bir yön de kazanıyor. Hikayenin akışına bakacak olursak, macerası bol, eğlenceli, akıcı bir şekilde ilerleyen türdendi. Okurken keyif alacağınızı düşünüyorum. GÜNCELLEME!!! (ELBETTE Kİ SPOILER'LI) Her ne kadar, yukarıdaki ilk incelememi oldubittiye getirmiş olsam da, kitabı okurken almış olduğum notlarımı da buraya eklemeden edemedim. Geçenlerde "Kadınlar Ülkesi" kitabında rast geldiğim bir olguya bu kitapta da rastlıyoruz: Edinilmiş özellikler, gelecek nesle aktarılamaz. Weismann'ın düşüncesi bu yöndeydi (Terry karakteri de bunu destekliyordu) ve ben de bunun aksi yönde örnekler bulduğumu söylemiştim. Fikrim de bu yönde. Genetik aktarımın, sadece saç rengi, göz rengi vs. gibi parametreler üzerinde etkili olmadığı kanaatindeyim ben de. Bundan çok daha ötesi var bu işin ucunda. İşte tam bu noktada da kahramanımızın "yüksek bir yerden düşme temalı rüyalar" hakkında söyledikleri devreye giriyor. Ağaçlarda yaşayan atalarımız, son anda önledikleri düşüşlerden ötürü büyük bir şok yaşıyorlar, bu durum bir takım moleküler değişikliklere sebebiyet veriyor, bunlar da gelecek kuşaklara aktarılıyor. Irksal anılar yani. "Peki neden hiç düşmüyoruz, tam düşecekken uyanıyoruz" sorusuna ise "ulan bu deneyimi yaşayanlar zaten neslini devam ettiremedi ki, neyi aktaracaklar?" diyerek dümdüz bağlıyor. Ha tatmin edici bir açıklama mı? Bana kalırsa evet. Peki bunu sadece, yaşama sıkı sıkıya tutunmaya programlı oluşumuzdan kaynaklı bir "düş(e)meme"ye bağlayabilir miyiz? Belki... Bana kalırsa kimse gözünü kırpmadan, kafasına dayalı bir silahın tetiğini çekip intihar edemez, kimse adımlarını bir milim dahi geriye oynatmadan veya duraksamadan, doğruca gidip bir binanın tepesinden kendini boşluğa bırakamaz, kimse bir an yutkunmadan zehir dolu şişeyi kafasına dikemez... Gelelim kahramanımıza katılmadığım noktaya. Evrim konusundaki bilgilerinin, bilinçaltında yer etmiş olaylarla harmanlanışının düşlerine yansıması fikrini kabul etmiyor. Buna eyvallah diyelim. Yalnız bu iddiayı çürütürken sunduğu argüman bence hatalı. Çalışkan bir öğrenci olmamanın, bilinçaltına derslerden kalan bilgilerin atılmamasına gerekçe olması fikri kabul edilebilir değil. Eğer zekiysen, dersle ilgilenmediğin anda dahi dersten detaylar aklına kazınabilir. Yine de, evrim bilgisini öğrenmesiyle birlikte, çocuklukta gördüğü rüyaların bir temele oturması akla yatkın. Primatlarda örneklerine rastlanan çok eşlilik veya sürü liderinin hareminin olması durumundan ziyade, monogami desteklenir nitelikte. Bunu da monogamiyi benimseyen kabilelerin ötekilerden daha güçlü olmalarına bağlamış. Mantıklı. Dişilerin elde edilmesi kaynaklı kavga gürültü, böylece bir nebze de olsa engellenmiş olmuş. Öte yandan sürü yaşantısının monogamiye elverişli olmadığından ve monogamiyi benimseyen çiftlerin sürüden ayrı yaşamlarını sürdürdüklerinden de bahsedilmiş. Sarkıkkulak ve kahramanımızın, Ateş Adamlar'ı gizlice izledikleri sırada gördükleri ateşten oldukça etkilenmeleri bana abartılı geldi doğrusu. Tamam, ateş yakmayı bilmiyor olabilirsiniz ama hiç mi ateş görmediniz be arkadaş? Ağaçlarda yaşıyorsunuz, onca yağmurlu gün gördünüz, hiç mi yanınıza yörenize bir yıldırım falan isabet etmedi de yanan bir ağaç dahi olsun görmediniz?
Adem'den Önce
Adem'den ÖnceJack London · Can Yayınları · 201419.1k okunma
··
123 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.