Gönderi

Bu öykü ‘Aralık Ayı hikaye etkinliği’ kapsamında yazılmıştır. 2020 Öngünü ''Ocak ayına kadar birikintileri kullanmam gerekiyormuş, telefonuma mesaj geldi.'' diyerek D&R kartımı kasiyer çalışana uzattım, ekstra bir indirim olabilir miydi? Çalışan ‘’… kuruş beyefendi’’ diye yanıt verdi. ‘’Ulan D&R’’ deyip gülerek uzaklaştım. Sonbahardı, hava esip gürlüyordu. Şehir Van Gogh’un, *‘’Yıldızlı Gece’’ tablosunun siyah beyaz versiyonu gibiydi. Parklardan birinde sekizgen kameriyelerden birinin altına sığındım. Yağmur damlacıkları çukurlu yollarda çamurlu sulara dönüşmüş dolup taşıyordu. Soğuk kendisini hissettiriyordu azgın bir yağış söz konusuydu. Her zaman ortalarda gözüken kediler en masum halleriyle oynarmışçasına sinyal taşıyan kuyruklarıyla etrafta dolanmıyordu. Günlerden pazardı. Kitabımı poşetinden çıkarıp okumaya başladım. Yarım saat kadar sonra farkında olmadan şöyle düşünmeye başladım: Hayli sürükleyici bir kitap, yazarını ilk defa okuyordum. Sürükleyici olan pek çok kitap vardı var olmasına fakat bundaki olağanüstü ayırt edici yön yazarın kültürel birikimiydi ilaveten yaşamın süzgecinden geçmiş olması çarpıcı biçimde diğerlerinden farklı biçimde etkiliyordu. Kitaba dalıp gidiyor o sırada pek çok şey düşünüyordum. Yazarın tuhaf bir mizahı vardı bu mizahı anlamınız için sizin de zengin okumalarla yaşam pratiklerinden daha önce geçmiş olmanız gerekirdi. Sonsuz gibi gelen sayısız karakterin dâhil olduğu bir olay örgüsü vardı, fakat yine de doyumsuz biçimde okuma keyfini kesintisiz alıyordunuz. Gri, kül rengi ateşten sonra oluşur, gri yüklüydü sanki dört bir yan özellikle bu mevsimle de birleşince gökyüzü, asfalt, yollar gri soluk bir dünyayı gözler önüne seriyordu ve geçmişteki gibi insanlar birbiriyle yemeğini değil yalnızca fotoğrafını paylaşıyordu. Oysa kitaplar sundukları fikir demetleriyle, gerçeğin tohumuyla başka dünyalarla renkliydi, kitaplar insanlara parayla sahip olunamayacak değerli servetler sunuyordu. Bu sayede geçmişin ve geleceğin koridorlarında dolanabiliyordunuz. Bir süre sonra gitmek gerek diye düşündüm niye oturuyordum ki yürürken ısınır eve gidince sıcak çay içer kendime gelirdim. Fakat okumaktan kopamıyordum roman uzundu 2. cildin henüz ortalarındaydım ne kadar okusam o kadar iyiydi. – Hava soğuk olsa da dışarıda okumanın keyfi başkaydı - Sokak ve park ıssızdı, sadece yağmurun uzakta çalışan otomobillerin sesi duyuluyordu. Konsantre olabilmek hoş diye aklımdan geçirmekteydim ki, 50'lerinde bir adam bıyıklı, gözlüklü, ince uzun biriydi, dış görünümü itibariyle - giyim kuşam ve davranış - okumuş bir kimseye benziyordu. Derin derin soluyarak benim karşımda yer alan kameriye girişinin solumda yer alan kısmına oturdu, karşılıklı selamlaştık. Elinde alışveriş poşetleri vardı, paltosundan yağmur damlıyordu. Bir süre sonra dostça ‘’Hangi kitap?’’ diye sordu. ‘’Alexandre Dumas, Monte Kristo Kontu’’ dedim. ‘’Ben okudum’’ deyip Üç Silahşor kitabını okumak istediğini belirtti, fakat ucuz baskısını bulamıyormuş. ‘’Kitaplar pahalı’’ diye ekledi, haklıydı, ‘’oysa internetten alışveriş yapmak ucuzluk bakımından daha avantajlı. Okumak zengin insanların ayrıcalığı olmamalı.’’ diyordu, enflasyon, vergi zammı filan konuştuk. Sonra sigarasını fırlatıp atarak gri dünyanın içinde kaybolup gitmeden önce sordu ‘’Bu kış kar yağar mı?’’ Merak ediyormuş. ‘’Geçen sene doğru dürüst kar tutmamıştı’’ dedi. ‘’Bilmem’’ dedim. O gitti. Bir şeyi hatırlamaya çalışır gibi ‘’Kışın kar, yağar mı? Bilmem.‘’ dedim kendime, ama ‘’Kar, kışın yağmalı.’’ *Google-Ressam tabloda; kendisinin sanatoryumdaki odasındaki pencereden, Saint-Rémy-de-Provence köyünün gece vakti görünüşünü resmetmiştir.
··
16 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.