Gönderi

77 syf.
8/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 22 hours
Ne anladığımı yazacağım. "Sen yorum yapma bir daha." diyecekler okumasın. Kendini beğenmişler ile uğraşamam. Neyse moruk, yazardan başlayıp kitaba, ardından da karakterlere gidecek olan bir rota tasarladım. Bir yere takılırsanız özelden sorabilirsiniz. Adamın hayatına baktım biraz. Yazar olabilmesi için koşullar uygunmuş doğrusu, villalarda falan oturuyormuş. Yeteneğini de yadırgamamış hiç. Asıl kararı nasıl vermiş olduğunu merak etmedim değil, benim babam pastacı olsaydı ben de pastacı olur muydum? Belki olmayabilirdim ancak pastadan anlayacağım kesin olurdu. Neyse moruk, ailesi iyiymiş anlayacağımız. Adamın villası bizi germemeli. İkinci şahıs ağzı ile anlatıyor ama kimin anlattığını çözemedim. Olaya, devrin satranç üstadı ile girişiyor, anlatıcı. Bu eleman aslında üstat falan değil diyor. Satranç olmasaymış bir halta yaramazmış. Varlığı falan gereksizmiş dünyada. Zaten ailesi de bebeyi terk etmiş, sağolsunmuş, bir papaz kucaklamış bunu. Papaz da alkolik kankası ile satranç oynayan bir tip. İlahi sabrını güçlendirmek için bu yolu benimsemiş. Zaten bebeyi de o yüzden yanında tutuyormuş. Eleman, yaramaz değil ama ilgisiz bir tip. Ne ile meşgulse kağnı arabasının yavaşlığına denk gelecek bir yavaşlıkta yapmaktaymış. Neyse, bir gün, alkolik kankası ile satranç oynarken papaz, yakınının öldüğünü ve papazından görevini yapmasını iddia eden herifin biri kapıyı çalıyor. Papaz, "Hay Allah." diyor, giyiyor cüppeyi gidiyor. Alkolik lavuk, "Şimdi ne olacak ha?" diye sorgularken, bu bebe tahtada bir taşı oynatıyor. Lavuk şaşırıyor ve bu zümzük ile oyunu oynamaya başlıyor. Papaz geliyor daha sonra, zümzüğün bir işe yarayabileceğini gördüğünde mutlu oluyor adam. Neyse moruk bebe alıyor başını gidiyor. Önüne geçen satranç beylerini deviriyor. Bu sırada "Siz de satranç mı biliyorsunuz?" havalarına giriyor. İç dünyasında, dış dünyanın insanlarını küçümsemek ile yetinse iyi, "Her şeyi ben bilirim.","Dünyadaki en mühim iş satrançtır." diyerek radikal bir curcuna yaratıyor. "Halbuki satranç bir oyun değil midir?" diye sormuştum kendime, anlıyorum ki moruk, insan kendini ne ile özel hissediyorsa -ve başarı sağlıyorsa tabi-, tabiatta başka bir şeyin olamayacağına, onun haricinde başka şeylerin yaşanamayacağına yönelik inançlar geliştiriyor, duvarlar örüyor. Bu bebe de böyle yapıyor. Normalde oturtup konuşmaya girişsen iki lafın belini doğrultamayacak olan adam, satranç ve satranca ilgisi olan elemanların yanında dünyanın efendisi hallerine sokuluyor. Öykü tam da burada başlıyor moruk. Kaptan, bu adamı dimağına sokmuş bir kere, satranç oynamanın yollarını aramakta. Niyetinin ne olduğunu anlayamadım, zaten garipte geldi. Karşında ilgi duyulan bir usta var ve sen de satrançta orta düzeyde oyunlar yapabilecek bir elemansın, adamı da yerden yere vurmuşsun; "Bu bebenin bir sıfatı bile yok." diye, ne diye belini bükmeye uğraşırsın ki? Açıkçası bebe, satrancın İstanbul'u gibi belirtilse de, o denli de zavallı olarak kabul edilmiş. Olayı anlatan kaptan da, zavallı adamın kendini beğenmişliğini yok etmek istiyor, kendine bunu görev edinmiş. Nasıl yaparım bunu diye düşünürken, kerizin birini buluyor. Kerizde para var ve de hırslı bir tip. Kaptan bu kerizi alıyor, bebenin gözünün dibinde satranç oynamaya girişiyor, ancak, bebe oralı olmuyor, "Sıradanlık kokmaya başladı buralar, şuralarda hava alalım az." diyerek uzaklaşıyor ortamdan. Keriz ayar oluyor duruma, bebenin yanına gidiyor, "Yiyosa gel oynayalım." falan diyor. Bebe, "Menajerim, unvanı bulunmayan insanlar ile oynamama müsaade etmiyor." diyor. Keriz, kerizlik yapıp, para karşılığında eş zamanlı yapılacak bir müsabaka ayarlıyor. Kaptan, "Para en ehemmiyetli mühimmat, nasıl yaparsın bunu?" sorguluyor kerizi, ama keriz, "Profesyonel işadamı, ben olsaydım da onun gibi yapardım." diyerek durumu tatlıya bağlıyor. Neyse moruk, bunlar tütün odasında toplanıyorlar Bebe, "ben tek siz hepiniz." diyor. Bunlar kırbaçlanmış horozlar gibi ötüşüyorlar. Birbirlerini kışkırtıyorlar. Bebe sukutunu koruyor, sakince de "Siz on dakika düşünün." diyor. Bu topluluk, öyle bir kargaşa halindeki, kimisi bebeyi pataklamak istiyor, kimisi onun usta olduğunu söylüyor. Neyse moruk, oyun başlıyor. Bunlar on dakika düşünüp oynuyorlar, her kafadan ayrı ses, bebe hemen hamle yapıyor. Sıkılgan davranışlarda tavır sergiliyor falan. Berikiler zıvanadan çıkıyor. Bunlar on dakika düşünüp, yeni bir hamle yapacaklar iken, arkadan sessizce aralarına sokulmuş hacının biri, "Öyle oynama, ağına düşersin." diyor. Ardından, kimsenin anlayamayacağı şeyler söyleyerek hacı olduğuna inandırıyor herkesi. Keriz, "Dayı, çok biliyorsan geç oyna." diyor buna, bu, "Yok sen oyna, ben yardımcı olmaya çalışırım." diyor. "Bunlar düşüne dursun, ben şurada az işim kalmıştı onu halledip geleyim." diyen bebe geliyor, taşlardaki değişikliği sezerek hımm mımm diyor.Elemanlar, bebenin bu düşünceli hallerinden memnun oluyorlar doğrusu. "Şimdi işin bitecek." gibisinden laflar çeviriyorlar kendi aralarında hacıya güvenerek. Hacı da, zihninden oyunlar kuruyor, bebenin ne düşünebileceğini düşünüyor. Bebe oynadıktan sonra ise hacı, durumu çözmüş olacak ki, beraberliği getirecek hamleyi söylüyor. Bebe, ne olduğunu anlamadan, "Bir oyun daha?" diyor. Gözler hacıya çevriliyor, hacı, "Yok ben tövbeliyim arkadaşlar." diyor ve gidiyor. Kaptan, "Ee? Ne olacak şimdi ha?" diye soruyor, keriz ise bebenin hacıya yenilmesi için gereken ücreti bebeye ödemeye hazır. Neyse moruk, o sırada kaptan hacının yanına gitmiş. Hacı ile konuşmaya başlamış. Ben yine okuyor gibiydim o aralar, aklımdan eski sevgilim geçiyordu. Yeni bir manita yapmış, iki hafta sonra ayrılmışlar. "Çok darlıyordu beni." diyordu. Ben de bunları işitirken ne hissedeceğime karar verememiştim. Hacı konuşurken, bu tilkiler dolaşıyordu zihnimde. Hacı, zindana düştüğünde dahil oldum muhabbete. Bunun amcası muhterem bir adammış. Ailecek hürmet ediyorlarmış. Bunlar amcayı gözetirken, bir gün, Nasyonel Sosyalistler evi damı basmışlar. Varını yoğunu almışlar amcanın. Bizim hacıyı da rehin alıp zindana atmışlar. "Ben hacılığa zindanda eriştim." dedi hacı Hz. Yusuf gibi. Alışamamış zindana. "Amcayı savunurken, başımıza gelene bak." diye konuşuyormuş kendi kendine. Bir yandan da bunu sürekli dürtüklüyormuş Nasyonel adamlar. ""Amcan kimdir? Neden amcan?" gibi sorular sorarak sınırlarımı zorluyorlardı." diyor. Neyse, bu henüz hacılığa erişmeden, satranç kitabı ütüyor nasyonel gardiyandan. Kitaba, suratını buruştursa da, "Yapacak bir şey yok." deyip kolları sıvıyor. İyice hatim ediyor kitabı, hafızlık mertebesine erişiyor ama nefsindeki eski çılgınlığını sindiremiyor bir türlü. Ara ara evliya, ara ara deli hallerinde takılıyor. Kendisi de ne olduğunu çözemiyor. Hacının dimağı kıldan ince bir vaziyette salıyorlar, tamam diyorlar, özgürsün. Hacı da gemileri özlüyor, geliyor mekana. Tesadüfen satranç oynayanları görüp, dikizlemeye koyuluyor. Yanlışları görüyor ve etik algısı ile düzeltmeyi görev biliyor. Açıkçası moruk, hacının durumu bana garip gelmedi değil. Felsefeden ilham aldığı belli. "Hiç olmak." tercihini düşünmeyi düşünürken sıyırmış balatayı. Neyse moruk, hacı hikayesini anlattıktan sonra, mikrofonu kaptan eline alıyor ve hacı ile bebe arasında oynanacak müsabakaya konsantre topluyor. Bunlar, oynamaya başlıyor. Tıpkı, bebenin, horozlar ile oynadığı gibi, hacı da, bebe ile oynuyor ancak hacı çılgın, normalde bebenin vermesi gereken tepkileri hacı veriyor. Sabırsızlığı boyunu aşıyor. Dönüşüm geçiyor. 'Adam gibi adam.' diyebileceğimiz hacı, avını yakalamak üzere, pusuya yatmış panter gibi. Bebe sakin. On dakikanın onunu da kullanıyor. Millet mızmız, "Bebe çok kasıyor." falan diyorlar. Hacı sinirli, "Oyna artık." diyor. Bebe, "Ancak böyle oynarım." diyor. İki saate yakın oynuyorlar. Herkes beziyor ama kimin kazanacağına dair olan merak odada tutuyor onları. Kıpırdamıyorlar bir yere. En son hacı, bebeyi yeniyor moruk. Hacı, "Olley." falan çektiriyor. Meksika dansına bağlıyorlar oradan. Bebe tepkisiz. "Bir oyun daha?". Hacı, "Olur." diyor. Kaptan, "Hacı, ilaçlarını almadın." diyor lakin hacı umursamıyor. Oyun başlıyor. İkinci oyuna sabrı olmayan gidiyor. Hacı yerinde duramıyor. Bebe, kendinden emin gibi. Kaptan, hacı için endişeleniyor. Keriz, bebenin yenileceğini düşündükçe tatmin oluyor. Neyse moruk, hacıya haller geliyor daha sonra. Satranç tahtası falan devriliyor. Oyun bozuluyor. Kaptan, hacıyı durdurmaya çalışıyor. Bebe, oyunun bozulduğuna tepkili. Keriz ise, bir şey olsa da bebeye sümsüğü çaksam diye tetikte. En sonunda moruk, hacı düzeliyor. Kaptan, "Oynama şu mereti bir daha." diyor. Hacı, "Tövbe oynamam." diyerek bitiyor öykü.
Satranç
SatrançStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2020239.3k okunma
··
43 views
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.