İstanbul Üniversitesinde etkin olan DöB’lü arkadaşlar
ve diğer MDD’cilerle ilk defa Dolmabahçe
yürüyüşünde tam ayrı düştük. Bu arkadaşlar ile bizim
farkımız şu noktada beliriyordu. Onlar bir potansiyel
buldular mı derhal en sert eyleme yöneliyorlardı,
biz ise hareketi ölçülü yapalım istiyorduk.
Onlar, her potansiyeli bir çatışmaya sürükleyerek kullanıyorlar......Biz ise potansiyele
göre değil, gene plana göre çatışmaya yönelik olmayan
bir biçimde eylem planlıyorduk ve bunun sonucu
kitle ile bağımız sürekli idi.Onların çatışmaya yönelik tavırlarının en önemli
kaynağı ise «Devrimci bir cunta»(!) umudu oluyordu.
Onlara göre her fırsatta polisle çatışma çıkacak ve
«asker, sivil, aydın zümre» iktidara el koyacaktı. Nitekim
27 Mayıs’ta böyle olmuştu. Biz ise sürekli
olarak cuntayı ve cuntacılığı reddiyorduk. İşte bütün
bunlar, Dolmabahçe yürüyüşü sırasında ters düşmemizi
getirdi.......Bütün amacımız öğrencilerin ezileceği
yeni bir çatışma çıkmasın. Çünkü bir çatışma
çıkar ve öğrenciler ezilir birkaç kişi ölürse bizim
örgütler çevresinde pek kimse kalmaz. Çünkü çevremizde
sosyalist bir partinin profesyonel militanları
yok. Çevremizdekiler sol düşünceyi benimsemiş, son
tahlilde küçük burjuva gençler. Var olan potansiyeli
bir anda harcamak kolay. Fakat bu işin sonrası da
var.....Merkez Komutanıyla benim aramda şu konuşma
geçmişti.
«Efendim ben ITÜÖB Başkanı Harun Karadeniz.
Çok önemli bir konuda size başvuruyoruz. Şu anda
kalabalık bir öğrenci son derece heyecanlı bir şekilde
bekliyor. Biz daha önce vilayete yürüyüş bildirimi
yaptık fakat vilayet Dolmabahçeye inilmesi
halinde polis zoruyla öğrencileri dağıtacağını söylüyor.
Sizden isteğimiz kötü olayların önlenmesi için
araya girmeniz.»
«Bize bu konuda herhangi bir emir verilmiş değil,
biz ordu olarak bu olaya karışamayız. Kanunen
buna imkân yok.»
«Efendim, kanunen haklısınız ancak polis pek
kanuni davranmayacağa benziyor. Biz zaten size kanuni
açıdan başvurmuyoruz. Ancak çatışmanın önlenmesi
için başka çaremiz kalmadığı için size başvuruyoruz.
Durum odur ki eğer siz polisin saldırısını
durdurmazsanız 20,30 Türk genci ölür kanısında/
ız. Çünkü durum onu gösteriyor. Bu itibarla sizden
rica ediyoruz polis oradan uzaklaşsın vali ile görülerek
çatışmayı lütfen önleyin.»
«Böyle bir çatışma olacaksa siz inmeyin oraya.
»
«Bu mümkün değil çünkü kitle son derece heyecanlı.
»
«Siz isterseniz inmezler.»
«Biz çatışma çıkmaması için inmemeye razıyız
fakat heyecan o kadar büyük ki, inanın bizim gücümüz
yetmeyecektir.»Biz örgüt yöneticileri aşağı inilmemesini
istedik ve el ele tutuşarak topluluğun yurda girmesini
istedik. Ve:
«Biz örgüt temsilcileri olarak aşağı inilmemesini
istiyoruz.» dedik. Biz bir gurup yürüyüp yurda
girdik, diğer gurup ise aşağı doğru yürüdü.
Ben Dolmabahçe’ye inmedim. Orada olanları
sonradan öğrendim. Bizimle telefon görüşmesi yapan
Merkez Komutanı kalkıp bizzat Dolmabahçeye
gelmiş. Vali ile konuşmuş mu? konuşmamış mı? halen
bilmiyorum. Ancak o gün polis olaya müdahale
etmiyor ve öğrenci arkadaşlar da bazı Amerikalıları
tartaklıyorlar bir arabayı ve bazı Amerikan erlerini
denize atıyorlar ve orada duruma hakim oluyorlar
bir süre ve sonra da dağılıyorlar. Bu arada Merkez
Komutanını omuzlara alıyor ve ordu lehinde gösteri
yapıyorlar.
Dolmabahçe’de bizim tahmin ettiğimiz sert çatışma
olmamıştı. Üstelik Amerikan erleri denize atılmıştı.
Sonuçtan biz de memnunduk. Fakat bu sonuç
Merkez Komutanı oraya geldiği için doğmuştu.
O günden sonra özellikle ben MDD’cilerin boy
hedefi olmuştum. 23 Temmuz’da çıkan 36. sayılı «Türk
Solu»ndan başlamak üzere, yukardaki olay nedeniyle
sürekli saldıracaklardı. Gerçekte sebep yukardaki olay
değildi. Cunta getirici çatışmalara karşı çıkış ve sonu
cuntaya yönelik olarak ortaya çıkan MDD’ye evet
demeyişim sürekli saldırıların gerçek nedeniydi.