Kitapları satın alıp kütüphanesine yerleştirince, o kitaba sahip olmanın verdiği güvenle, sayfalarını okumadığı halde kitaba vakıf olduğunu zanneden sahte kitapkurtları gibi, genç sahaf çırağı kitapları yutarcasına okumakla bilgiyi ele geçirdiğini düşünüyor ve bu düşünceyle yetiniyordu.
Kitaplar niçin yazılır ve sözler niçin okunur; sayfaların kalbe nasıl açıldığını ve oradan hayata nasıl bağlandığını keşfetmeden ölü gözlerle gezindi sözlerin arasında.
Yani, sözler dilin ucunda tıpkı iplerle oynatılan kuklalar gibi hareket ettiler ama dirim kazanamadılar. Sahaf çırağının bakışlarını gönlündeki gizliye çevirecek, oradan alemdeki gizliye taşıyacak müşahedeyi uyandıramadılar.
Yani okuyordu ama okuduklarının dışındaydı sahaf çırağı. Başkalarının yazdıklarını tercüme eden bir mütercim gibi okudukları onun olamıyordu. Kitapların eleğine bırakmıyordu kendini.
Böylece okuduğu kitaplar bir tesir ve inkılaba öncülük edemiyor; onu kendi içine çekemiyor, kendi karanlık noktalarına baktıramıyordu. Ve kitaplar toprağa düşen cemreler gibi dönüştürücü, iyileştirici, diriltici bir muştu olamadılar.
Sanki, dilinin ucunda, kirpiklerinin arasında bir şeylerdi sözler; bir gönül derinliği, bir şuhud enginliği kazanamıyordu. Böyleyken gizli bir övügendi sahaf çırağı.
Okuduğu kitaplar kuyudan kurtardığı Yusuf'tu sanki. Oysa gördüğü, dokunduğu, tanıştığı güzelliğe hayran kalıyor, ama ondan bir yorum bile dinlemeden, kendi yorumunu öğrenmeden pazarda satışa çıkarıyordu Yusuf'u. Kendi yorumunu dinleme yürekliliğini ve sabrını göstermek yerine, sahip olduklarını teşhir ederek insanları şaşırmış ve hayran görmenin acelesine kapıldığı için gözle gönül arasındaki perde inmiyor, sahaf çırağı elde ettikleriyle elden çıkardıklarının hesabını
tutamıyordu.
Sayfa 44 - Dergah, 1. Baskı, 2006 *Münire Daniş