Yusuf Atılgan 'ın okuduğum ikinci kitabı. Aylak Adam' da da, Anayurt Otelinde de tam ifade edemediğim, adını koyamadığım bir şeyler var. Dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım.
Öncelikle bireyciliği işler iki kitabında da. Anayurt Oteli 'nde varoluşsal sancılar çeken ve kendi probleminin teşhisini koyamamış sıradan insanları anlatırken, olay örüntülerini daha önce hiçbir yazarda görmediğim bir teknikle işliyor. Giriş gelişme ve sonuç akışı kesinlikle yok. En başında belki karakterler tanıtılırken,
1)A karakteri : Tasvirler tasvirler
2)B karakteri : Tasvirler tasvirler...
şeklinde gitmesi "giriş" olarak değerlendirilebilir. Fakat kitabın kalanı daldan dala, konudan konuya, iç konuşmlardan iç konuşmalara çok sert bir biçimde geçiyor. Alegori yapacak olursak, içerisinde türlü türlü ağaç köklerinin ve engellerin bulunduğu bir nehirin içerisindeki masa tenisi topunun yolculuğu gibi diyebiliriz. Bir şekilde ağıza ulaşıyor topunuz.
Bazı yazarlar okurun "anlaması" için biraz çaba sarf etmesini ister. Öyle duru bir anlatımla kendisini bir çırpıda yedirmek istemez. Hatta "bilinçsiz okuyucu benim portfolyomda olmasın" bakış açısıyla meydan okumaya kadar işi götürebilirler. Tabi bu da okuyucunun ciddi anlamda yorulması anlamına gelir. İşte Anayurt Oteli' nin bende bıraktığı izlenim bundan ibaret.
Baş karakter Zebercet, yalnızlaştırılmış. Histerik, nevrotik, sanrısal bir dünya içinde sıradan kalmaya çabalayan birisi. Onu sevdim fakat özdeşim kuramadığımı söylemem gerekir. Sabahattin Ali ' nin Yusuf' u kadar ya da Ömer, Nihat kadar içinizde yaşamıyor.
10/8 verdim fakat bana sorsanız 2 puanı nerden kırdın?, diye...
İnanın buna bir cevabım yok. Yukarıdaki nedenler ise damağımda kalan hafif buruk tadın (ama adını asla koyamadığım) sonucudur diyebilirim.
~~Kitapla kalınız~~