Gönderi

En temel zaaflarımızdan biridir; sahip olmak için çırpındığımız şeylerin de ya- vaş yavaş bize sahip olduğunu hiç fark etmeyiz. Çoğalttığımız her sahipliğimiz öz- gürlüğümüzün biraz daha eksilmesine yol açar. Ama sahip olmanın şehveti öylesine başattır ki esaretimizin farkına bile varmayız. Bunu ancak yüce ruhlar anlar ve bizi bu konuda derin kurgulanmış metinlerle uyarırlar. Bu uyarıyı yaparken dili öylesi- ne vurucu bir tonla kullanırlar ki çoğunlukla bizim dil bilincimiz altüst olur. Bizler bazı kavramları bazı karşılıklarla eşleştirmişizdir. Mesela şu an hangimize sorulsa “sabır nedir?” diye, hemen “sakin olma, dayanma, tahammül etme, kadere rıza gös- terme, kabullenme” gibi pasif eylemleri sıralarız. Fakat işte ruhaniyeti yüce bir şahsa sormuşlar “sabır nedir?” cevabı şu olmuş: “İsyan etmektir.” Şaşıranlara şu karşılığı vermiş: “Sabır, Allah dışındaki varlıkların seni ele geçirme arzularına isyan etmen ve asla buna müsaade etmemendir!” Bu cevapta edilgen değil de çok aktif bir sabır tanımı yok mu? Bu tanımda tahammül, kabullenme, boyun eğme değil, resmen bir savaş hâli var.
·
23 görüntüleme
Derya Dertmez