Gönderi

İmtihanın sırrında Aklın Feraseti (Ruha şifadır. Okuyun...)
Bir emîrin, ağzına yılan kaçan birisini incitmesi • Akıllı birisi atına binmiş gidiyordu. Uyumuş bir adamın da ağzına yılan giriyordu. • Atlı onu gördü. Yılanı ürkütüp kaçırmak için atını sürdü ise de başaramadı. 1880 • Atlının aklı fazla idi. Yani çok şeye aklı erdiği için, uyuyan adama var gücü ile bir kaç topuz vurdu. • Adam topuzun acısından sıçradı, bir ağacın altına kaçtı. • Ağacın altına bir çok çürük elma dökülmüştü. Atlı; "Ey dertli kişi bu elmalardan ye!" dedi. • Adama o kadar elma yedirdi ki artık yedikleri ağzından geri gelmeye başladı. • Elma yiyen garip; "Ey Emîr!" diye bağırdı. "Ben sana ne yaptım ki bana böyle zulm ediyorsun? Bunun sebebi nedir? 1885 • Gerçekten de canıma bir kastın varsa bir kılıç vur. Birden kanımı dök, iş bitsin." dedi. • "Sana göründüğüm saat ne uğursuz saatmiş, senin yüzünü görmeyen kişi ne mutlu kişidir. • Bir cinayet işlemeden, az çok bir suç yapmadan bu sitemi, bu zulmü dinsizler bile caiz görmez. • Söz söylerken bile ağzımdan kan fışkırmada. Allah'ım bu adamın cezasını ver." • Her an ona kötü sözler söylemekte, lanet etmekte idi. Atlı ise "Bu ovada koş bakalım." diye durmadan ona vuruyordu. 1890 • Adam atlının korkusundan, topuz acısından rüzgâr gibi koşmaya başladı. Koşuyordu ama, yüz üstü yerlere kapaklanıyordu. • Karnı tıkabasa dolu idi. Gözünden uyku akıyordu. Yorgundu. Ayakları, yüzü yara bere içinde kaldı. Bedeninde de yüzlerce yara açıldı. • Atlı akşama kadar o adamı koşturdu durdu. Sonunda adamın safrası kabardı. Kusmaya başladı. • Onun yediği her şey ağzından çıktı. O yemeklerle beraber yılan da dışarı fırladı. • Ağzından o yılanın çıktığını görünce, o iyi kalpli kişinin, o atlının önünde yerlere kapandı. 1895 • O kara, çirkin, iri yılanı görünce bütün dertlerini unuttu. • Atlıya dedi ki: "Sen rahmet cebrailisin, yahut da nimetler veren bir lutuf sahibisin. • Seni gördüğüm saat ne kutlu bir saatmiş; ben ölmüş gitmiştim; bana yeniden can bağışladın. • Senin yüzünü görene, yahut ansızın mahallene gelene ne mutlu... • Ey tertemiz ve övülmeye layık olan rûh! Sana ne kadar kötü, ne kadar boş sözler söyledim. • Ey benim efendim! Ey padişahlar padişahı! Kusura bakma, o sözleri ben söylemedim. Benim bilgisizliğim söyledi. • Eğer bu hali azıcık bilmiş olsaydım, münasebetsiz sözler söylemezdim. 1905 • Bunu bana birazcık açsaydın ey güzel huylu! Ben seni överdim, hem de çok överdim. • Fakat susuyor, coşup köpürüyor, bir şey söylemeden başıma vuruyordun. • Başım sersemledi, aklım başımdan gitti. Zaten beyni küçücük olan bu başta akıl mı kalır? • Ey güzel yüzlü, ey güzel işli! Beni bağışla, söylediklerimi deliliğime ver." • Atlı adam dedi ki: "O hali birazcık anlatsaydım ödün patlardı. Ciğerin de o anda erir, su kesilirdi. 1910 • Yılanı sana anlatsaydım, onun nasıl olduğunu söyleseydim, korkudan canın çıkıverirdi. • Hz. Mustafa (s.a.v.) efendimiz de buyurmuştur ki: 'Sizin kendi içinizde, canınızda olan düşmanı, yani nefsinizi size açıkça anlatacak olsam, • Cesur kişilerin bile ödleri patlardı. Ne yola gidebilir, ne de bir işin çaresine bakarlardı. • Eğer Peygamber efendimizin bildiklerini bir kişi bilmiş olsaydı, ne niyaz etmeye, yalvarmaya gönlünde bir güç bulabilirdi, ne bedeninde oruç tutmaya, namaz kılmaya bir kuvvet kalırdı. • Kedinin önündeki fâre gibi, yok olur giderdi. Kurdun önündeki kuzu gibi ölürdü. 1915 • Ne hilesi kalırdı, ne de yolu yordamı. Onun için, ben, içinizdeki korkunç düşmanı size söylemeden sizi terbiye etmede, yetiştirmedeyim. • Atlı içine yılan giren adama dedi ki: "Eğer sen içindeki yılanı bilseydin, ne elma yemeye kuvvetin kalırdı, ne yol yürümeye, ne de kusmaya... • Senden uygunsuz sözler işitmekle beraber, atımı sürüyor, seni koşturuyordum. içimden de: 'Ya Rabbi, yılanın çıkmasını kolaylaştır.' diye dua ediyordum. 1925 • Seni koşturduğumun sebebini söylemiyordum. Fakat seni kendi haline bırakmak da elimden gelmiyordu." • Yılandan kurtulan adam secdeler ediyor; "Ey bana kutluluk, ey benim devletim, definem, hazinem! • Ey yüce kişi, bu hayırlı işin karşılığını Allah'tan bul. Bu zayıfın sana şükr etmeye gücü, kuvveti yok. • Ey kendisine uyulan er! İyiliğinin karşılığını sana Allah versin. Bende sana şükredecek dudak da yok, çene de yok, ses de yok." 1930 • İşte akıllıların düşmanlığı böyle olur. Onların verdikleri zehir bile cana safadır, rûha gıdadır.
Sayfa 160 - ÖtükenKitabı okuyor
·
32 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.