Gönderi

Bir Balzac kahramanı dünyaya boyun eğdirmek ister. Bir Dostoyevski kahramanı dünyanın üstesinden gelmek ister. Her ikisinin de gündelik olanının dışına çıkmak, bir ok gibi sonsuzluğa doğru atılmak iddiası vardır. Dickens'ta insanların hepsi mütevazıdır. Tanrı'm, ne ister bunlar? Yılda yüz pound, iyi bir kadın, bir düzine çocuk, iyi dostlar için cömertçe kurulmuş bir sofra, Londra'da penceresi yeşilliğe bakan, küçük bahçeli bir kır evi ve bir avuç mutluluk. Onların ideali cahil, zevksiz bir küçük burjuvalıktır: Dickens'ta bunlarla yetinilmelidir. Onun bütün insanları, içten içe dünyanın düzeninin değişmesini ister ne yoksulluk; istedikleri, bu rehavet içindeki orta kararlılıktır, böyle bir hayat düzeyi bakkal çakkal için ne denli bilgeceyse, sanatçılar için de o denli tehlikelidir. Dickens'ın idealleri yoksul çevrenin renkleriyle solmuştur; eserlerinin arkasında öfkeli bir tanrı değil, kargaşayı düzene sokan biri vardır; devasa ve insanüstü biri değil, hoşnut bir seyirci, sadık bir burjuva. Burjuvalık, Dickens'ın bütün romanlarının atmosferidir. Bu yüzden onun büyük ve unutulmaz olan işi, aslında sadece burjuva romantizmini, düzyazının şiirini keşfetmektir. Bütün uluslar içinde ilk o, gündelik hayatı en şairane biçimiyle edebiyata sokmuştur. Bu sağır griliğin içinde güneşi parlatmıştır.
·
9 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.