O kadar çok ışık, o kadar çok ışık... Işıklar
kurşun gibi ağır Haydar Ustanın başına düştüler. Haydar Usta bir kere Ceyhana, bir
kere Osmaniyeye, bundan önce bir kere de Adanaya gelmiş ama, gece hiçbir şehirde kalmamış, elektrik ışığını görmemişti. Amma da çok ışık, ortalık gündüz gibi. Güneşi yüz bin parçaya bölmüşler getirmişler bu şehrin her bir evine asmışlar. Bu bir köy değil, şehir değil ışık tarlası. Vay ananı avradını Adana gibi. Vay senin ananı avradını. Vay senin... Bir de uzun evler, gecenin içinden heyula gibi çıkan... Bir de bin gözlü devlere benzeyen üç kavak boyu evler. Başını kaldırıp da tepesine bakamazsın.
Baksan göremezsin. Haydar Usta bu evlerden, bu ışıklardan, bu devlerden, uzayan, her an bambaşka olan, sallanan, koşan, dövüşen, her an yiten, sonra geriye gelen gölgelerden basbayağı ürktü.