Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

- Sandy McWilliams adında kel kafalı yaşlı bir melekle bir hayli sohbetim oldu. New Jersey’in bir yerlerindendi kendisi. Onunla birlikte epeyce dolaştık. Sıcak öğle sonlarında ya bir kayanın gölgesinde ya da onun yabanmersini çiftliğinin bataklığımsı çamurunun dışındaki oldukça yüksek çayırlık alanlardan birinde yan gelip yatar ve pipo içerek her türlü konuda sohbet ederdik. Bir gün şöyle dedim: Sen kaç yaşındasındır acaba, Sandy? Yetmiş iki. Ben de öyle sanmıştım. Ne kadar zamandır Cennettesin? Gelecek Noel’de yirmi yedi yıl olacak. Geldiğinde kaç yaşındaydın? Niye ki, yetmiş iki elbette. Ciddi olamazsın. Niye ciddi olamazmışım? Çünkü eğer o zaman yetmiş iki idiysen, şimdi doğal olarak doksan dokuzsun. Hayır, değilim işte. Geldiğimdeki yaşımda kaldım. Peki, dedim. Aklıma gelmişken, tam o noktada sormak istediğim bir şey var. Aşağıdayken, Cennette herkesin genç, pırıl pırıl ve dinç olacağı düşüncesi vardı hep kafamda. İyi de, genç olman mümkün, eğer istersen tabii. Sadece dilemen yeter. Peki, öyleyse sen niye dilemedin? Diledim. Herkes diler. Öyle görünüyor ki, sen de deneyeceksindir bir gün; fakat değişiklikten sıkılacaksın, hem de oldukça kısa sürede. Niye? Tamam, anlatacağım. Şimdi, sen kendini bildin bileli hep denizci oldun; hiç başka bir iş yapmayı denedin mi? Evet, bir defasında, yukarıdaki madenlerin orada bakkallık yapmıştım; fakat katlanmamıştım; çok sıkıcıydı fırtına yok, heyecan yok, hayat yok; aynı anda hem yarı ölü hem yarı canlı olmak gibiydi. Ya biri ya öteki olayım istiyordum. Oldukça kısa süre sonra dükkanı kapatıp denize döndüm. İşte bu. İş bakkallık olanlar o işi severler ama sen sevemedin. Anlayacağın, alışkın değildin. İşte, ben de genç olmaya alışkın değildim ve genç olmanın pek zevkini çıkarabilecekmişim gibi de gelmiyordu bana. Güçlüydüm, yakışıklıydım, kıvırcık saçlarım vardı, evet, üstelik kanatlarımda vardı tıpkı kelebek kanatları gibi capcanlı kanatlar! Arkadaşlarla pikniklere, danslara, partilere gittim, işi sürdürmeye, kızlarla anlamsız lakırdılar etmeye gayret ettim ama işe yaramadı. Götüremedim, işin aslı, fena halde bıkkınlık vericiydi. Benim asıl istediğim, erkenden yatıp, erkenden kalkayım ve yapacak bir işim olsundu ve işim bittiğinde de sessizce oturayım, pipomu tüttürüp, düşüneyim istiyordum. Bir alay delişmen çoluk çocukla ortalıkta koşuşturmak değil. Gençken ne sıkıntılar çektiğimi tahmin edemezsin. Ne kadar süre genç kaldın? Sadece iki hafta. Bana yetti de arttı bile. Hayatın kanunu, alabildiğine yalnızlık hissediyordum! Anlayacağın, kafam yetmiş iki yılın bilgileri ve tecrübeleriyle doluydu; o genç arkadaşların bilip bileceği en derin mevzu benim için sadece a-be-ce idi. Hele onları birbiriyle tartışırken görmek var ya aman Tanrım! Müthiş acınası bir şey olmasaydı komik de olabilirdi gerçi. Her neyse, işte alışık olduğum tarza ciddi sohbetlere karşı öylesine büyük bir özlem duyuyordum ki yaşlı insanların çevresinde takılmaya başladım ama onlar bunu istemediler. Beni kendini beğenmiş, görgüsüz bir türedi olarak görüp, yüz vermediler. İki hafta bana bolca yetti. Kel kafama, pipoma ve eskiden bir kayanın ya da ağacın gölgesinde yaptığım uyku getiren derin düşüncelere tekrar kavuştuğuma memnun oldum. Tamam da, dedim, şimdi sen sonsuza kadar yetmiş ikide kalacağım mı demek istiyorsun? Bilmiyorum ve çok da kafama takmıyorum. Ama bir daha yirmi beşe hiç dönmeyeceğim bak bunu iyi biliyorum işte. Yirmi yedi yıl öncekinden çok daha fazla şey biliyorum ve öğrenmek de her zaman hoşuma gidiyor ama görünüşe bakılırsa hiç yaşlanmıyorum. Yani bedensel olarak zihnim ise yaşlanıyor, güçleniyor, daha olgunlaşıyor ve daha hoşnut edici oluyor. Buraya doksanında gelen birinin kendini gençleştirdiği olur mu hiç ? Elbette olur. Adam kendini on dört yaşına götürür, birkaç saat deneyince kendini aptal gibi hisseder; biraz ileri alıp yirmiye ayarlar, pek fazla bir gelişme olmaz. Otuzu, elliyi, sekseni filan dener ve nihayet doksana gelince bir de bakar ki, kendini daha çok evindeymiş gibi hissetmesi bir yana, başka herhangi bir biçimden daha çok alışık olduğu o eski kalıbının içinde olmak çok daha rahatmış meğer. Ya da dünyadayken adamın zihni sekseninde teklemeye başlamışsa, burada gidip gidebileceği son yer orasıdır. Zihninin en son en iyi durumunda olduğu yerde kalacaktır, zira orası ağzının tadının en iyi seviyesinde olduğu, yaşam biçiminin en yerleşik olduğu yerdir. Yirmi beşindeki biri hep yirmi beş kalır ve öyle de görünür mü? Eğer aptalın biriyse, evet. Fakat eğer zekiyse, hırslı ve çalışkansa, edindiği bilgiler ve yaşadığı deneyimler onun yaşam biçimini, düşüncelerini ve zevklerini değiştirecek ve onu en büyük zevki kendisinden daha yaşlı kimselerin ortamında olmakta bulan biri haline getirecektir. Bundan dolayı da kendisini o tür ortamlarda rahat ve uyumlu yapmasına ne kadar gerekiyorsa, bedeni o kadar fazla yılın görünüşünü almaya bırakacaktır; kendisini geliştirdikçe bedeni yaşın gerektirdiği görünümü almaya bırakacak ve böyle böyle bir zaman sonra dış görünümü kelleşip buruşacak, içeriden ise bilge ve derin biri olacaktır. Bebekler de aynı mı? Bebeklerde aynı. Hayatın kanunları, dünyada bu konular hakkında ne dangalakça şeyler düşünürdük yahu! Cennette her zaman genç kalacağız derdik. Ne kadar genç olacağımızı söylemezdik onu düşünmezdik, belki de, öyle olması, hiçbirimizin hiçbir şekilde aynı düşünmüyor olmamızdandı. Ben yedi yaşında bir veletken, galiba Cennette hepimizin on iki yaşında olacağını düşünüyordum; on iki olduğumda ise galiba Cennette on sekiz veya yirmi yaşında filan oluruz diyordum; kırk olduğumda geriye gitmeye başladım; hepimizin Cennette otuzlu yaşlarda olacağımızı umut etmiş olduğumu da hatırlıyorum. Ne bir adam ne de bir oğlan çocuğu sürdürdüğü yaşın en iyi yaş olduğunu aklına getiriyor en iyi yaşı olduğundan birkaç yıl daha sonrası veya birkaç yıl daha öncesi olarak görüyor. Sonra da o ideal yaşı Cennetteki insanların genel yaşı yapıyor. Ve herkesin o yaşa yapışıp kalmasını, yaşının orada donmasını umut edip, bundan memnun olmalarını bekliyor! Şimdi Cennette hep aynı kalınacağı, hiç değişim olmayacağı fikri üzerinde bir düşünsene! Tamamen çember çeviren, misket oynayan yedi yaşındaki bebelerle ya da on dokuz yaşın anlaşılması zor, özgüvensiz, duygusal hamlıklarıyla dolu bir Cennet düşün! Ya da otuzlu yaşların canlılığına sahip, aklı başında, tutkuyla dolup taşan ama o bir yaşa ve onun tıpkı çaresiz kürek mahkumlarınınki gibi kısıtlamalarına karşı eli kolu bağlı olanlarla dolu bir Cenneti düşün! Hepsi aynı yaşta hepsi de aynı görünüme, huylara, zevklere ve duygulara sahip bir topluluğun o sıkıcı tekdüzeliğini bir düşün. Düşünsene dünya çeşit çeşit tipleri, yüzleri ve yaşlarıyla, böylesi rengarenk bir toplumun içinde hoş bir şekilde çarpışan sayısız çıkarların canlandırıcı sürtünmesi ile ne kadar üstün bir yer olurdu.
60 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.