Bütün bu badire arasında Kalaba Köyü ile münasebetim de çok sıkı bir şekil aldı.
Kadınları derede çamaşır yıkarken daima görürdüm. Bir tanesinin çok hasta bir
çocuğu vardı. Kadın çok üzgündü. Dr. Adnan’a getirip göstermesini söyledim.
Çocuk iyileşince bütün köy bize bağlandı. Aynı zamanda, köyde romana benzeyen
bir vaka cereyan ediyordu.
Orada bir genç dul kadın evlenmek üzereydi. Nişanlısı Hasan adında
Erzurum’dan gelmiş bir gençti. Çiftlikte çalışıyordu. Ben, bu dul kadını çok hayrete
değer bir şahsiyet diye düşünüyordum. Anlaşıldığına göre, ev yakan, erkeklerin
kalbini parçalayan bir kadındı. Bir yıl önce bir adamı vurmuşlardı. İki kişi, yine bu
kadın yüzünden Hasan’ı da vurmak için üzerine hücum etmişler. Hasan çok
kuvvetli olduğu için adamların ellerinden bıçaklarını almış ve onları bir güzel
dövmüş. Bu dayaktan sonra adamlardan biri hastahanede ölmüş. Bu yüzden, Hasan
az daha hapse giriyormuş.
Bana bir gün, omuzlarında oraklarla dönen iki kadın heyecan içinde:
— İşte, geliyor, diye dul kadını gösterdikleri zaman şaşırdım, kaldım. Çirkin bir
kadındı. Geniş kalçalı, biçimsiz vücutlu idi. Gayet esmer bir teni ve çatık kaşları
vardı. Fakat konuştuğu zaman, çok tatlı bir sesi vardı. Aynı zamanda, yeşil
gözlerindeki kudret belki bu cazibesini teşkil ediyordu. Bu tehlikeli, dul hatun
Hasan’la evlendikten bir hafta sonra, ikinci bir düğün daha oldu. Köylü dostlar,
benim mutlak düğüne gitmemi istiyorlardı. Gittim. Hasan’ın karısının odasına kabul
ettiler. Burası, halılarla döşeli, sedirleri muntazam bir odaydı. Dul kadın artık köy
kıyafetini bırakmış, eski usul İstanbul kıyafetine girmişti. Dışarıda davul zurna
çalınıyor, Ayşem türküsü söyleniyordu. Orada bir kahpe vardı. Kadınlar bana:
— Kahpe yalnız erkeklere göbek atar ama, senin yanına gelip çiftetelli
oynayacak, dediler. Bu kadını nereden bulduklarını sorduğum zaman, Kırmızı Fener
Sokağı’ndan getirdiklerini söylediler. Henüz Hükûmet yeter derecede
kuvvetlenmemiş olduğu için Kırmızı Fener Sokağı’nı şehir dışına çıkarmamışlardı.
Bu sebepten, Ankara’ya gittiğim zaman daima bu sokaktan geçer, kulübelerin
önünde rastıklı, yanakları sunî benli, kırmızı şalvarlı genç kadınlar görürdüm. Bu
sokağa ait bir olay hatırımda kalmış. Bir akşam, karşı tarafta oturan Didar’a
gidiyordum. Akşamın geç olmasından dolayı iki zabit arkadaş beni oraya götürdü.
Sokaktan geçerken, bir kadın ince sesi ile ağlaya yalvara yardım istiyordu. Etrafa göz
gezdirdiğimiz zaman, kulübelerin birinin önünde ihtiyar bir kadının ellerini
kaldırmış, ayakta, kulübeye zorla girmek isteyen aznavur161 gibi bir adama mâni
olmaya çalıştığını gördük. Arkadaşlarım, tabiî olarak, yardım etmek istiyorlar, ama
beni de yalnız bırakamıyorlardı. Ben hemen atı durdurdum. Arkadaşlardan biri
attan atlayarak koştu, herifi yakaladı:
— Kadını bırak, buradan defol git, dedi. Adam çekildi. Zabit de o ihtiyar kadına:
— Haydi ana, artık evine gir, korkma, dedi. Fakat, kadın ellerini açtı:
— Allah razı olsun, diye durmadan dua ediyordu.
İşte, düğünde oynayacak kadın, belki de bunlardan biriydi. Oturduğumuz odaya
girdiği zaman, gözleri büyük bir hınç ve açlıkla doluydu:
— Gel otur da biraz ısın, dedim.
— Ben oynamaya geldim, dedi.
Ben de ayağa kalkıp:
— Gideceğim, dediğim zaman, fena hâlde gururuna dokundu, kapıyı yüzümüze
kapayarak çıktı gitti. Oradaki kadınlar, âdeta ellerinden oyuncakları alınmış çocuklar
gibi hayal kırıklığına uğradılar.
Çiftliğe dönerken, yalnız bizim köylerdeki değil, bütün dünyadaki kötülükleri
düşünüyordum. Bu düğünden iki hafta sonra, Emine Kadın’ın bizim ahıra girip bir
şeyler aradığını gördüm. Ne aradığını sorduğum zaman, Hasan’ı aradığını ve
karısından haber getirdiğini söyledi. Anlaşılan, Hasan’la karısı bozuşmuş. İki
akşamdır evine gitmiyormuş. Anlattığına göre, kıskançlık yüzünden karısını sabaha
kadar dövmüş, kadını öldürmesine ramak kalmış. Karısı yataktan kalkamıyor, fakat
mutlaka kocasını istiyormuş ve:
— Onun vurduğu yerde gül biter, kocamı isterim kocamı, diye bağırıyormuş.
Halbuki, dayak yediği yerler gül rengi değil, simsiyahmış.
İşte, köyde tesadüf ettiğim aşk dramı budur. İki hafta sonra, karısını tekrar
dövdükten sonra, Hasan dört gün dışarıda kalmış. Bu defa, kayınbabası gelerek
karısının hasretten öldüğünü söylemiş. Fakat, Hasan ise, bir çavuşla fingirderken
yakaladığı için dövdüğü karısı için:
— Artık sevmiyorum, çok çirkin, diyormuş. Bütün kadınlar, kadının tarafını
tutuyorlardı.