Gönderi

224 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 7 days
Gerçek bir züht. Yani dünya nimetlerinden feragat edebilmek! Evet, Sevgili Fuat Sezgin'e "Gençlere ne tavsiye edersiniz?" diye sorulduğunda verdiği bu cevap onun kaleme aldığı eserler kadar, yaşadığı hayatın da ne kadar ibret alınması gerektiğini gösteriyor aslında. Öncelikle biraz Fuat Sezgin'den bahsetmek istiyorum. Kendisi 1924'te Bitlis şehrinde dünyaya geldi ilkokulu Ağrı'da, ortaokul ve liseyi Erzurum'da tamamladıktan sonra üniversite için İstanbul'a geldi. İlk hedefi mühendislik okumak olsa da bir akrabasının tavsiyesi üzerine katıldığı seminer hayatı için bambaşka bir rota çizdi. Bunun sebebi Avrupa'da kurulan modern bilimlerin temelinde "İslam Bilimleri"nin olduğunu öğrenmesiydi.1943 yılında İstanbul Üniversitesi Şarkiyat Araştırmaları Enstitüsünde Oryantalist Hellmut Ritter'den dersler almaya başladı. Hocası Hellmut Ritter oldukça disiplinli ve otoriterdi. O yıllarda Almanlar Bulgaristan'ı işgal etmeye başlayınca Türkiye'deki üniversiteler de ara verdi ve hocasının " Altı ay süreniz olacak, bu süreç Arapça'yı çok iyi öğrenmeniz için iyi bir fırsat" demesi üzerine Sezgin kısa zamanda Taberî Tefsirini Arapça kaynağından su gibi okur hale gelmişti. 1951'de Arap Dili ve Edebiyatı üzerine doktorasını yaptıktan sonra çalışmalarını hızlandırdı ve 1954'te "Buharî'nin Kaynakları" teziyle, bugünkü hadislerin şifahi yani sözlü nakîllere değil esasen yazılı nakîllere dayandığını ispatladı ve doçentliğini aldı. Fakat ne yazık ki yapılan 1960 darbesi yüzünden hoca her sabah gittiği enstitüye doğru yol alırken, gazetede okullarından atılan 147 profesörün bulunduğu listede kendi ismini görmüştü. Ama bu bile hocanın azmine ket vurmadı, Süleymaniye Kütüphanesi'ne gitti ve çalışmalarına devam etti, tabi daha sonra her işinden atılan insan gibi o da kendine bundan sonra ne yapacağını sordu ve yurtdışındaki arkadaşlarına, "Ben artık işinden kovulmuş bir insanım orada bana yer var mıdır?"  şeklinde mektup yolladı ve üzerinden çok geçmeden mektup yolladığı üç üniversiteden de olumlu geri dönüşler aldı. Hem memleketine hem de doğudaki diğer ülkelere biraz daha yakın olması hasebiyle Almanya'ya gitti. Burada Frankfurt Goethe Üniversitesi'nde göreve başladı ve halihazırda devam ettiği İslam Bilimleri Tarihi üzerine çalışmalarını sürdürdü, her ne kadar Carl Brockelmann'ın eserine zeyl yazmak suretiyle bu yola baş koysa da Brockelmann'ın "Arap Edebiyatı Tarihi" adlı beş ciltlik eserindeki noksanların fazla olması nedeniyle yeni baştan bir "İslam Bilimler Tarihi" yazılmasının gerekliliğini gördü ve bu yönde çalışmaya devam etti. Tabi bu sırada bulunduğu Almanya'da, oryantalistler Carl Brockelmann'ın eserinin baştan düzenlenerek yazılması için bir konsey kurma kararı almayı planlıyordu ve bunu bir kişinin özellikle de bir Türk ve müslümanın yapacağına asla inanmıyorlardı fakat Sezgin daha sonra onların tahmininden öte muazzam eserler ortaya koyacaktı.1965 yılında Modern Kimyanın Kurucusu Cabir bin Hayyan üzerine yazdığı ikinci doktora tezinden sonra 1966' da Profesör unvanı aldı. Aynı yıl Şarkiyatçı olan Ursula Sezgin ile evlendi ve ardından 1967 de yazmakta olduğu "Arap İslam Bilimleri Tarihi"nin ilk cildini tamamladı. İlerleyen zamanlarda diğer ciltleri yazmaya ve yayımlamaya devam etti ve dünyadaki tüm gözler ona çevrildi.1978 de Kral Faysal Vakfının İslam Bilimleri ödülünü aldı, burada tanıştığı birkaç devlet adamından aldığı destekle 1982'de bağlı olduğu Frankfurt Goethe Üniversitesine bağlı Arap İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsünü kurdu ve hemen ardından 1983 yılında bu enstitüye bağlı İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesini kurdu bu müzede müslüman bilim insanlarının ortaya koyduğu eserlerin modellemelerini sundu. 2003 yılında ise kaleme aldığı "İslamda Bilim ve Teknik" adlı beş ciltlik şaheseri tamamladı. 2009 yılına gelindiğinde ise İstanbul'da hayalini kurduğu müzenin açılışı yaptı, Gülhane Parkı'nda daha evvel Has Ahırlar Binası olarak bilinen yer restore edildi ve İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi tesis edildi. Hülasa 800 yıllık İslam Bilimleri Tarihi uğruna ömrünü adadı ve tüm zorluklara rağmen yılmadan ömrü son bulana dek çalışmaya devam etti Fuat Sezgin. Müslüman alimler Hicretin ilk yıllarından itibaren her türlü bilgiye adeta susamış bir haldeydiler, esasında İslamiyet gelmeden önce de Araplarda edebiyat ve şiir oldukça üst düzeyde gelişmişti fakat İslamiyet ile birlikte bilime ve tekniğe de oldukça ilgi göstermişler bu sayede Miladi 7. yüzyılda bilim alanında selefleri olan Antik Yunan'dan, Hintlerden ve çağdaşı oldukları Bizanslılardan kaynaklar edinip tercüme etmeye başlamışlardı. Tabiki bunu yaparken hiçbir şekilde menfi düşüncelere kapılmadan amiyane tabirle gavur bilimi demeden bilâkis Aristo için Muallim-i evvel, Galen için El-Fadıl gibi sıfatlarla hocalarını her zaman anmışlardı ve de aşağılık duygusuna kapılmadan gerektiği ölçüde tenkitte bulunarak aldıkları eserleri incelemişlerdi. Daha sonraki evrelerde müslüman ilim insanları ellerindeki mevcut bilgiyi geliştirmekle kalmamış çok daha yeni bilim alanları bulmuş ve ileride kurulacak birçok alanın da temellerini atmışlardı. Örneğin Cabir İbni Hayyan modern kimyanın öncüsü olarak biliniyor ortaya koyduğu çalışmaları Avrupa ancak 18. ve 19. yüzyıllara geldiğinde yakalayabiliyor. Henüz Miladi 9. yüzyılda iken Abbasi Halifesi El- Me'mun Bağdat'ta yetmiş coğrafyacı, astronom ve matematikçiyi kapsamlı bir coğrafya kitabı ve dünya haritası yapmak üzere görevlendiriyor tabi bunu yaparken Marinos ve Batlamyus gibi öncellerinin yaptıkları haritalardan faydalanıyorlar fakat bu müslüman bilim adamlarının yaptığı haritalarla karşılaştırılamayacak düzeyde iptidai kalıyor. Fuat Sezgin bu haritayı kaynaklarda gördüğünü ve daha sonra tesadüfi bir şekilde Topkapı Sarayı'nda bulduğunu anlatıyor bugün bu haritanın konstrüksiyonu İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesinin önünde bulunuyor. Bir başka misal olarak; Bîrûnî Gazne'den çıkıp Bağdat'a kadar yolu arşın arşın ölçüyor tam iki sene bu işle uğraşıyor giderken zikzak çizerek gittiği için 7.000 - 8.000 km mesafe kat ediyor o günkü şartlarda ölçtüğü boylam dereceleri, bugün ölçülen boylam dereceleri ile kıyaslandığında aradaki fark 6 dakika ile 45 dakika arasında çok küçük bir değer. Avrupalılar böyle bir sonuca ancak 18. yüzyılda ulaşabildi. Gene bir başka buluş, Müslümanların Hint Okyanusu'nda modern navigasyonun temellerini kurmalarıdır. Bu sayede Doğu Afrika sahili ile Sumatra arasını bugünkü uzunluğa yakın bir mesafeyi doğru değerle buluyorlar. Daha bunun gibi bilumum örnek... Dikkate değer bir diğer konu ise, Müslüman alimlerin eserlerini yazarken büyük bir titizlikle kaynak belirtmeleri ve seleflerinin ismini mutlaka zikretmelerine karşın Avrupalıların Müslüman müelliflerini genel suretle eserlerinde dile getirmemeleri ve kaynak göstermemeleridir. Örneğin, 11. yüzyılın sonuna doğru İtalya'da yirmi beş tane çok değerli Arapça tıp kitabını tercüme ediyorlar ve bu eserleri ya kendilerine ya da Yunanlılara mâl ediyorlar, İbni Sina'nın Kitab-ı Şifa'sının taşlara ayrılan kısmını alıp Aristo'ya nispet etmek suretiyle yayımlıyorlar. Bunun dışında Antik dönemde yazılan eserlerde de kaynak belirtilmiyor böylece kendilerinden önce gelen Babiller, Asuriler, Mısırlılar gibi çeşitli uygarlıkların da bilime katkısı olduğu göz ardı ediliyor. Bunun ana sebebi bugün Batı'nın Antik Yunan'ı  doğrudan doğruya bilimin kurucuları olarak görmek istemesi gibi görünüyor. Sevgili Fuat Sezgin de Avrupa'nın Karanlık Dönem olarak adlandırdığı; göz ardı edilemez 800 yıllık bilim çağını, ortaya koyduğu muazzam eserleriyle gözler önüne sermiştir ve "Benim Milletim" dediği müslümanları gark oldukları, aşağılık kompleksinden kurtarmak için bu uğurda bir ömür çalışmıştır. Bize düşen ise bu mirasın taşıyıcısı olmak ve gelecek nesilleri gizli kalmış asırlardan haberdâr etmektir.
Bilim Tarihi Sohbetleri
Bilim Tarihi SohbetleriSefer Turan · Pınar Yayınları · 20193,386 okunma
··
233 views
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.