Gönderi

143 syf.
·
Puan vermedi
Az evvel hava durumuna baktım eksi on iki gösteriyor odaya sesini duyuran tipiye ve ona eşlik eden ayaza bakılırsa eksi yirmiye doğru ilerler. Şikayetlenmek için söylemiyorum kışı severim sakin mevsim, kabuğa çekilme hali bir nevi ama yaza yaklaşan baharı da severim. Kitap üzerine bir şeyler yazmak için aldım elime bu bilgisayarı fakat sanki bambaşka ve bir o kadar da alakasız şeylerden bahsedesim var oysa Mehmed Âkif’i anlatmalıyım böyle yazınca altından kalkamayacağım ağır bir işe giriştiğimi hissetim düzelteyim kendimce bir yolculuğa çıktım henüz yolun çok başındayım belki hazırlıksızlıksızım da olsun hem ne demişler kervan yolda düzülürmüş ayrıca heyecanlıyım ve de sabırsız, bazı durumlarda sabırsız olmak beni harekete geçiriyor o yüzden gözüme hoş bir şeymiş gibi gözüktüğü anlar oluyor. Hareket demişken ne diyordu Âkif: Ey, bütün dünyâ ve mâfihâ ayaktayken, yatan! Leş misin, davranmıyorsun? Bâri Allah’tan utan! Âkif'i okumalıyım, tanımalıyım da. Nurettin Topçu ile başladım, bu ismi nerde ne zaman görsem güven veriyor, gözlerimin içi gülüveriyor, sanki sadık bir dostu görmüş gibi oluyorum. Nurettin Topçu'nun Mehmet Âkif'i ile Orhan Okay'ın bu kitabı birbirine benzer yapıda, eserlerin biyografik yönü olmakla birlikte, Âkif'in zihni hayatına dair izler de barındırmakta ayrıca bu iki eser Safahat'ı okurken de bakılması lazım olan kitaplardan. İncelemesine niyetlendiğim bu kitap Mehmed Âkif'in resmi biyografisi ile başlıyor burada dikkatimi çeken şairimizin babası oldu, kendisin "devrin din ulemâsı sınıfı içinde imtiyazlı bir yeri olan Fâtih Dersiâmı sıfatı da vardır" ki Mehmed Âkif'de şöyle söylüyor "Babam Fatih müderrislerinden İpekli Tahir efendi merhumdur ki, benim hem babam, hem hocamdır. Ne biliyorsam kendisinden öğrendim." yani dini bilgileri küçük yaştan itibaren babasından öğreniyor. Bununla birlikte yaşadığı dönem de karakteri üzerinde etkili olmuştur çünkü birçok tarihi olaya şahit oluyor. Resmi biyografi bölümünü okurken dikkatimi çeken başka bir şey de Mehmed Âkif'in vefatı oldu "İstiklâl Marşı şâirinin cenazesine hükümet hiç ilgi göstermedi, hatta ölüm haberi bile duyurulmadı. Neredeyse garip bir müslüman gibi, birkaç vefalı dostunun himmetiyle defnedilecekti. Kadirşinas Türk gençliğinin, Âkif'in ölümünü haber almasıyla, hâdise birdenbire büyük bir cenaze merâsimine dönüştü ve Âkif'in tabutu resmi değilse de milli bir törenle, eller üzerinde Edirnekapı Şehitliği'ne taşındı." Burada kimden bahsettiğim iyice anlaşılsın diye "İstiklâl Marşı şâirinin" altını çizmek istiyorum. Hayatına baktığımızda çizgileri olan bir insan sert ve net bir duruşu var. "Denilebilir ki bu sert mizaçlı adam şahsına yapılanları affetmiş, fakat siyaset yoluyla milletine yapılanlara 《Hak nâmına haksızlığa》tahammül edememiştir." Hareketli geçen yıllarda Anadolu onun gözbebeği oluyor yazdıklarında, konuştuklarında aklında hep onun kurtuluşu var. O yüzden toplumdan uzak bir sanat hayatı yok. Toplumu anlatmayı, sorunlardan bahsetmeyi, İslam idealini gerçekleştirmeyi kendine vazife biliyor. Ki şöyle bir şey okuduğumu hatırlıyorum şair olmayı kendine yakıştıramıyor yani ülke savaşta, düşman kapıdayden oturup şiir yazmayı doğru bulmuyor. Bu sebeple yazdıkları manzumelerde temel meselelere değinmekten geri kalmıyor. Özellikle ilk sahafat cemiyetteki sorunları belirlemek üzere yazılmıştır denilebilir. Belirlemekteki maksat eleştirmek tabii. Hatta yeri geliyor kendi fikirlerini dahi tenkit ediyor. "Hiciv, Âkif'in şiirlerinin önemli bir hususiyetini teşkil eder. O bazan keskin zekâsını bir kırbaç gibi kullanarak bazan okşar gibi, bazan daha sert darbelerle vurmuştur." Kendi kendisini hicvettiğini söylemiştim bunu ben kader konusunda belirgin bir şekilde gördüm zaman zaman içindeki tereddütte bir kımıldanma olduğu dizeler var fakat sonrasında kendini toplayan bir şairi görüyoruz. Bir fâilin icbârı bütün gördüğüm âsâr! Cebrî değilim, olsam ilâhî ne suçum var? Diyerek kendi içinde savaş veren şair sonrasında şöyle diyecektir: Kader" senin dediğin yolda şer'a bühtandır. Tevekkülün, hele, hüsrân içinde hüsrândır. Kader ferâiz-i îmâna dahil... Âmennâ... Fakat yok onda senin sapmış olduğun ma'nâ. Kader: Şerâiti mevcûd olup da meydanda, Zuhûra gelmesidir mümkinâtın a’yânda. Niçin, nasıl geliyormuş... O büsbütün meçhûl; Biz ihtiyârımızın sûretindeniz mes'ûl. Kader nedir, sana düşmez o sırrı istiknâh; Senin vazîfen itâ'at ne emrederse İlâh. "Devrinde de, günümüzde de, hiçbir ironi bu kadar zekice yapılmamış ve kaderle irade arasındaki ince nüans bu kadar beliğ bir sûrette dile getirilmemiştir...Bu zehirli tenkit ancak Âkif'e mahsustu ve ona yakışırdı." Kuvvetli bir sanatı var bunu görmemek mümkün değil. Sivri dili ile Hakkı söylüyor oluşu onun karakertirinin bir parçası idi. Ümitsizliğe kapıldığında ayağa kalkmasına yardımcı olması gerektiğini düşündüğü bir halk olduğu için tekrar kendini toplamasını kürsülere çıkmasını bilen biri. Kitabın sonlara doğru açtığı başlıklardan biri de "Destan ve Hamaset Şairi Âkif" Burada Âkif'in gözünden Çanakkaleyi tekrar okuyoruz. Çanakkale şehitleri için yazdığı manzumede onun, Çanakkale ve şehitlerini "sınırlı bir zamana değil, ancak sınırsızlığın zamanı olan ebediyete" sığdırdığını görüyoruz. Ve son bölümde daha mistik daha içine çekilmiş bir Âkif karşılıyor bizi. Son Safahat'da da bunu görüyoruz. Şiirleri bir nevi Rabbi ile konuşmalara, O'na hitâba evriliyor. Güneşler geçti, aylar geçti, artık gel ki ey mihmânım. Şühûdunda cüdâ imanla yoktur kalmak imkanım. Bu dizelerde bir bekleyiş ve şuhud isteği içinde olduğu muhakkak. Devamında şöyle seslenecektir şair: Ömürlerdir, gözüm yollarda, hâlâ beklerim, hâlâ, Şühud imkanı yok, coştukça hilkatte bu vâveyla. Ömrünün sonlarını böyle bir bekleyiş içinde geçiren şair, beklediğine ölmeden önce kavuşmuş mudur bilmiyoruz, fakat aynı şiirin sonlarına doğru tabiatı dinlediği belli fakat tabiatın Ona neler fısıldadığı meçhul... Son olarak; Eğer okursanız kitabın size bu konuda yol göstereceğine inanıyorum.
Mehmed Akif
Mehmed AkifM. Orhan Okay · Akçağ Yayınları · 018 okunma
··
89 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.