Reşat Nuri kalemini özlediğim yazarlardan
olmuştur hep.Ne kadar süre geçerse geçsin
yazarı tekrar okumaya başladığımda zihnim
tanıyor ve benzer zevkleri aliyorum.
Bu kitapla beraber yazarın yirmi bir tane küçük hikayesini okudum. Bir kısmı mektup tarzında bir kısmı da klasik tarzda kaleme alınmıştı. Mektup tarzında olanları farklı bulduğum için daha çok sevdim ve başarılı buldum.
Hikayelerde müşterek noktalar vardı: Evlilik, kadın ve erkeğin birbirini tanıması
veya hiç tanıyamaması, pişmanliklar vs...
Hemen hepsinin hüzün barındırmasına rağmen tuhaf bir huzur duygusuyla okudum ben öyküleri. Bunu yazarı daha önce okuduğumda da hissetmiştim. Sanırım
bunun nedeni Reşat Nuri'nin edebi dilinin dinlendirici, anlatımının yalın olması. Ayrıca çok yumuşak bir üslubu var yazarın; küfür hemen hemen yok, olumsuz düşünceler bile belli bir sakinlik içinde aktarılıyor.
Yazarda sevdiğim başka bir özellik de
eserlerindeki çift katmanlılık. Bir yandan
kişilerin öyküsünü okurken arka planda da
dönemin sosyal çevresini görmek mümkün.
Ve sanatçı bunu gözümüze sokmadan, bilgi
vermeden olayların doğal akışı içinde ustaca
yansıtıyor bize.
Öyle ki hikayeleri okurken doğal olarak
içlerine karıştım kahramanların. Hayal
kırimıklıklarını, pişmanlıkları,hüzünleri hissettim. Yaklaşık bir asır öncesinin İstanbul'unu yaşadım...
Eserde hoşuma gitmeyen tek taraf, kadın
kahramanların çok daha kötü olmasıydı.
İhanet eden, gerçek yüzünü saklayan kadınların bolluğu dikkat çekiciydi. Bir taraflılık sezdim burada.
Özellikle öykü severlere bu kitabı tavsiye
ederim.