Filozof (kozasındaki) ipekböceğine röntgen şuarıyla baktığında (sanılanın aksine) ipekböceğinin ölmediğini, belki tırtıl halinden kelebek haline geçtiğini görür... Toplumlar da tırtıl halinden kelebek haline geçebilirler. Bugün bayram! .. İnsan, ferdilikten çıkmadan içtirnai olabilir mi? On sekiz aydır ben ve benimle birlikte sizler çile çekiyorsunuz ... Bizimle birlikte bütün millet çile çekiyor ... Hayatımı ilme vaifetmiş olduğum için esirim. Başkaları olsa böyle adamları göğe çıkarırlardı. Eski devirlerde de galipler mağlupların âlimlerini, sanatkarlarını alıp memleketlerine götürürlerdi. ..
Doğru bir adam tek başına doğru olamaz. Eşi ve çocukları da böyle kalmakta ona yardımcı olmalıdır ki, yolunu şaşırmasın!.. Birçok adam aile içi telkinler dolayısıyla sapmıştır. Zengin olmak benim hatırıma gelmediği gibi ailem içinde de kimse bunu arzu etmemiştir. ..
...Gönderdiğiniz şekerler bayranun birinci günü geldi. Ancak, bu pahalılıkta bayram şekerine para vermenizi isabetli bulmadım ... Acı ömrümü tatlandırmak için mektuplarınız yeterlidir ... Artık şehir hayatından nefret ediyorum. Medeniyet yalanmış! Zulümden, vahşetten ibaretmiş. Yaptıklanın cezası olarak günümüzde o da yıkılıyor ...
Yedi başlı devleri ezen kahraman
Seniha'ya 28 haziran tarihli mektubunda böyle derken acaba kimi kastediyordu? Olaylar, diplomatları yalancı çıkarıyor. Umacıdan korkar zannettikleri, yedi başlı devleri ezen bir kahramandır. Doğan bir güneşi batan bir güneş sanmak ne büyük gaftettir ... Emperyalizm, bu asrın bünyesine bakıldığında bir hastalıktır. Bu asır, hürriyet, eşitlik ve milliyet asrıdır ... Yakında daha hür, daha adilane bir devir başlayacaktır.
Bu sözlerimi hayal sanma, hakikattir...
Yirmi beş senedir yüzmediğim halde yüzmeyi unutmamışım. Haftada üç kez deniz hamamma gidiyorum. Şişmanlığa karşı yürümek ve yüzmek çok yararlıdır ...
Mektuplarınız bana gurbette vatan kokusu getiriyor. Cehennemde cennet hayatı yaşatıyor. Bu yaz günlerinde soğuk Taşdelen suyundan da buzlu Kevser şarabından da iyidir .
...Allah'a karşı muhabbetimiz çıkar karşılığı olmamalı. Insan, güzel bir çiçeği nasıl güzel olduğu için severse, Allah'ı da güzeller güzeli olduğu için sevmeli ... Allah yoluna giden olmazsa O ne yapsın? .. Allah bizim taraftadır. Çünkü, hakkı, hakikati ve adaleti isteyenler bizleriz ... Günümüzde, Allah yolunda çalışanlar gayet az ama şeytan yolunda çalışanlar çok. Fakat işin sonunda "Allahçılar" şeytancolari yenecektir ...
Mektuplar gecikince kızlarına esprili bir postacı resmi çizmiş mektubunda: Ben postacıyı, yetmişlik bir kadına benzetirim. İhtiyar olduğu için değneğine dayanarak yürür. Bunak olduğu için de sağdan soldan geçenlerle konuşur. İşte böyle bunak bir kocakarı bize mektup getirecek diye bekler dururuz ... Ben bir mefkure isem, o mefkure bütün gençlerin ve çocukların ruhuna yerleşmiştir. Benim yok veya var oluşum artık o mefkureye etki yapmaz ... 19 Temmuz'da Seniha'ya: (Ailelerinin esirlerin yanına Malta'ya) gelmesi işi herkesi boş yere telaşa düşürmüş. Daha kimse gelmedi. Zaten, Hüseyin Cahit Bey'in ailesinden başka da istekli yok. Onlar da İsviçre'ye giderken (buraya) uğrayacaklarmış! Hepsi bu.
Aynı gün Hürriyet'e: Beni, annenden fazla sevdiğini söylüyorsun. Bunu kabul etmem. Bir baba ne kadar iyi olursa olsun, anne kadar iyi olamaz! .. Onun, sizin için çektiklerinin binde birini ben çekmedim ...
Zavallı Türk milleti
Yıllar geçer, haber gelir, yar gelmez! ..
Anadolulu Kezban, Yemen'deki Mehmetçik'ini beklerken bu acılı sözleri kim bilir kaç bin kez tekrarlamıştır? Bu zavallı Türk milleti üç bin seneden beri hep bu felaketleri yaşıyor ...
Hürriyet'e: Senin gibi bir hanım kız kapı önünde oturamaz. Senin yerin ya mektep yahut annenin yanıdır. Türkan da sokağa çıkmasın. Sokak mikrop yuvasıdır ... Bugün bütün dünyada salgın halinde bir sinir hastalığı, bir umumi delilik var. Herkes az çok çıldırmış: diplomatlar, gazeteciler, tüccarlar ... Herkes de bunlara bakarak çıldırmış. Kiminin babası esarette, kiminin kocası ...
Valetta şehri elektrik ışıkları içinde ... Hiç susmayan kilise çanları ... Tramvay, otomobil sesleri ...
Türk esirler öğretmiş olmalı. 12 ağustosta eşine adeta müjde veriyor: Burada yoğurt yapmaya başladılar. Artık her gün sarımsaklı yoğurtlu patlıcan kızartması veya tatarböreği...
Seniha'ya, 19 ağustos 1920'de: Aileyi kadın yapar. O halde millet de kadının eseridir. Bizde kadınlar iyi tahsil görmedikleri için aile yükselemiyor. Aile yükselemeyince millet de geri kalıyor ...
... Eşine, 26 ağustosta:
Bugün bayramın ikinci günü. Bilmem, böyle kara günlere bayram demek doğru mu? .. Malta'da adet olmadığı halde, ilk defa yağmur yağdı. Demek ki gök de İslâm dininin bu kederli bayramına ağlıyor ... Eski Türklerin inancına göre bir insan dünyaya gelirken "Gök Tanrı" "Yapık" adlı meleğine "Süt Gölü"nden bir damla alarak bununla yeni doğacak olana ruh yapmasını söylerdi ... İslam inancına göre de Allah, "Beni Adem'i tekrim ettim (insanoğlunu ululadım); kendi ruhumdan nefh ettim (üfledim)" buyuruyor. Ruhumuz mademki Allah'ın ruhundan gelmiştir, o halde nasıl olur da bu fâni dünyanın kötülüklerinden etkilenebilir? ..
Aynı gün Seniha'ya evrenin oluşumunu anlatıyor: Eskilere göre evren birçok çarhların (çarklar) birleşmesinden meydana gelmiş büyük bir makineye benzerdi. Şimdikilere göre ise sonsuz mekanizmalardan oluşan büyük ve karışık bir mekanizmadır ... Bütün işleri madde mi yapıyordu? Bergson (Henry, 1859-1941) şu cevabı veriyor: "Allah önce maddeyi serbest bıraktı. O (da) kendi kanunları uyarınca güneşleri, yıldızları, gezegenleri ve bu arada Yer'i ve üzerindeki madenleri, denizleri ... (Sonra) 'protoplazma' adlı madde meydana geldi ve Allah da ona derhal ruhu, yani kendi ruhunu üfledi. Ruh da cansız maddeye hayat vererek bitkileri, hayvanları ve sonunda insanı vücuda getirdi ...
" Sevindirik! .. Ben bu tuhaf sözcüğü, son zamanlarda "geri zekalı"dan üretilmiş "gerzek" benzeri bir saçmalık sanırdım televizyonlarda, "Sevindirik oldum! .. " gibi konuşmalara rastladıkça. Meğerse, oldukça eski bir sözcükrnüş. Gökalp'in eşine yazdığı 2 eylül 1920 tarihli mektuptan öğreniyoruz bunu: Milletler, rahat ve (işlerin yolunda gittiği) ikbal dönernlerinde ne oldum delisi haline girerler. Ülkemizde bunlara "sevindirik" adı verilir. Oysa, felakete uğrayan milletler uyanırlar ve (bu durumdan) kurtulmak için mefkûreye dört elle sarılırlar ... (Eskiden) sorularıma cevap verecek bir filozof, bir bilim adamı aradım ama bulamadım! O zaman, kendim sorularımı cevaplamaya çalıştım. Zihnim çok yoruldu ama fikirlerimi, "evlatlarım gibi benimdir" diye çok seviyorum ...
Artık, yanımızda asker bir görevli olmaksızın çıkıp bir yere gidebiliyoruz ... Kayık yarışları izliyor, mağazaları dolaşabiliyoruz ...
..Dün 8 eylüldü. Malta'nın büyük bayramı imiş. Güya bugün Turgut Reis'i şehit etmişler ve Türkleri Malta'dan kovmuşlar. Kiliseler, büyük binalar, caddeler mahşer gibi aydınlatılmıştı. Herkes bayramlıklarını giymişti... Bir gün de Cahit Beylerin (Hüseyin Cahit Bey) oturduğu Medine kasabasına gideceğim "şömendöfer"le.
Buraya dişçi Atıf Bey adında yeni bir esir geldi. Herkes dişlerini yaptırıyor. Ben de yaptıracağırn ... Müzeleri, kütüphaneleri de göreceğim ... Kiliselerde iğne atsan yere düşmez. Bizde ise camiler gittikçe boşalıyor. Vicdanlarda din azalınca böyle olur! ..
Türk ve Müslüman kalmak, dinimizi ve milli ahlâkımızı, milli estetik ve güzelliklerirnizle dilimizi korumak şartıyla Avrupalı olmalıyız. Türkçülük (de) budur. Geriye değil ileriye gitmektir. ..
Polverista, 20 Eylül 1920.
Vecihe Hanıma: Yaşamak: yalnız düşünmekle olmaz. Gezmek, görmek ve işitmek de gerekli. Cumartesi günü sinemaya gittim ... İnsan okumakla birçok yerleri görmüş gibi oluyor. Dernek ki okumak bir tür seyahat, seyahat de bir tür okumaktır. Dünya canlı bir kitaptır ki bütün ilimler bu kitaptan çıkabilmiştir. Bu kitabı "aslından" okuyanlara filozof denir ...
23 eylülde kızı Seniha'yla bir söyleşi/mektup: Yeni dünyanın felsefesi ve uygarlığı nasıl olacak? Eskiden hükümetler halklarını korkutarak yönetirlerdi. Şimdi anladılar ki halk artık kendilerinden korkmuyor ... Cezalar artırıldıkça itatsizlik de birlikte artıyor ... Demek karabaskı dönemi geride kalmıştır. Ancak halkın rızasıyla kendilerini sevdirebileceklerdir ... Vaktiyle hocalar herkesi cehennem azabıyla korkuturlardı. Şimdi (ise) herkes dinden sevgi, şefkat, coşku ve neşe istiyor. Allah'ı korkunç göstermek isteyenleri dinlemiyor...
En iyi uygarlık insanları birbirine sevdiren uygarlıktır ... Yalnız erkeklere dayalı bir uygarlık ise kalpsiz, şefkatsiz ve içtenliksizdir ... Çürüksulu Mahmud Paşa'nın ailesi İtalya'ya gelmiş. Kendisinin de oraya gitmesi için izin verdiler ...
4 ekim. Vecihe Hanım'a: Her çıkışta bir satimi sinemada geçiriyorurn. Sinema, bu dünyaya benzeyen bir alendir. Orada da felakete düşenler, sonra, kurtulup mutlu olanlar var. Bazı filozoflara göre içinde yaşadığımız dünya da bir sinemadır ..
"Gazete haberlerine inanmam" 14 ekimde Seniha'ya yazdığı mektup basınla ilgili sert eleştirilerini içeriyor: Orada çıkan bazı havadislerin sevinç bazılarının da keder verdiğini yazıyorsun. Benim adetim hiçbir havadise inanmamaktîr. Bunların, masal ve tiyatrodan ne farkı var? Yalan havadis yayımlamak bir sanat, bir fen niteliğini almış. Bunun birçok ülkede görevlileri, uzmanları, kuvvetli bir örgütü hatta bir "nazırı" bile var. Kibarca "propaganda" diyorlar yalan havadis yayınlamaya! ..
Yalan söylemek ticaret adına yapılırsa reklam, siyaset adına yapılırsa "propaganda", din adına yapılırsa da "misyonerlik"tir.
Havadisleri masal dinler gibi dinlemeli... 1 kasımda Seniha'ya yazdığı mektupta "Türklere yeniden güler yüz gösterilmek isteniyor ... " diyordu. Acaba bu değişiklik, İngilizlerin, Anadolu'ya sürdükleri Yunanlı maşalarının "Kemalciler" karşısında zorlanmaya başlamasıyla nu ilgiliydi? 8 kasım tarihli mektup da bu düşünceyi destekler nitelikte: Siyaset değişmiş gibi görünüyor. Şeyhülislam Hayri Efendi hakkında tabipler birkaç kez (hasta olduğu hakkında) rapor verdikleri halde serbest bırakmamışlardı. Şimdi, adi bir müracaatla müsaade ettiler. İstediği yere gidebilecek. Avrupa'ya veya İstanbul'a ...
Vecihe Hanım'a 12 kasımda: Bizim tarikatlarda şeyh ile müridi arasında bir tür "kalp bitişikliği" vardır ki adına "rabt-ı kalb" derler. Bu adeta bir manevi telsiz telgraftır. Söz dilinin yakından anlatamadığını bu kalp dili uzaktan anlatabilir ki, Avrupalılar buna "telepati" derler. "Uzaktan duyuşma" anlamında ...
...Operayla tanışma
Il. Abdülharnid "opera"nın ne olduğunu çoktan biliyordu. Yıldız'daki özel "tiyatro" salonunda Avrupa'dan getirilen gruplar padişah efendimiz (!) önünde temsiller ve konserler veriyordu ama Ziya Gökalp gibi zamanın aydın ve etkin bir insanınn bile opera seyretmek için birkaç yüz bin nüfuslu küçücük bir İngiliz sömürgesine sürgün gitmesi gerekecekti: Evvelki gün ve dün (14 kasım) gezmeye çıktım. Önce sinemaya, akşam olunca da operaya gittim. Opera kumpanyası İtalya'dan gelmişti. Musikileri güzel, oyuncular da başarılı idiler ... Hafif bir karın ağrısı geçirdiği için "hasta olduğu" söylentisi, o bildirmese de ailesine kadar ulaşmış. Gazetelere bile geçmiş.