Gönderi

624 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Atatürk'ü Dilinden Düşürmeyenlerin Başlarını Kuma Gömmesi
Atatürkçüler uzun yıllardır iktidarda değiller. Atatürk’ün fikir ve düşüncelerini uygulayan partiler yönetmiyor ülkemizi. Hatta bu süreci Atatürk’ün öldüğü tarih olan 10 Kasım 1938’den itibaren başlatsak herhalde abartmış sayılmayız. Çünkü ulusalcı olarak nitelendirdiğimiz bazı yazarlara göre karşı devrim olarak adlandırılan süreç ulu önder Atatürk’ün vefatıyla başlamıştır. Örnek verecek olursak Prof. Dr. Çetin Yetkin Karşı Devrim başlıklı hacimli yapıtında aslında Demokrat Parti döneminde değil, Millî Şef İsmet İnönü döneminde Atatürk’ten uzaklaşıldığı anlatır, vurgular. Başka bir ulusalcı yazar Cengiz Özakıncı da karşı devrim sürecinin Atatürk’ün ölümüyle başladığının altını çizer yapıtlarında. Aynı şekilde birçok kitabı bulunan Metin Aydoğan da karşı devrim sürecini başlatan kişi olarak İsmet İnönü’yü işaret eder. Toparlarsak benim okuyabildiklerim kadarıyla ulusalcı yazarların çoğu İsmet İnönü’yü pek hayırla yad etmezler. Atatürkçü olup da İsmet İnönü’ye hiç dokunmayanlar, İsmet İnönü’yü el üstünde tutanlar da vardır. Bu kesim karşı devrim sürecini Demokrat Parti ile başlatmakta, İnönü’ye hiç toz kondurmamaktadır. Aslında iki taraf da Atatürkçü olmakla birlikte İnönü’yü kusurlu bulup bulmama konusunda birbirlerinden ayrışmaktadırlar. Yalnız okuyup bitirdiğim son kitapla anladım ki ayrıştıkları tek konu bu değildir. Yılmaz Dikbaş’ın 600 sayfayı aşkın kitabı Atatürkçüler Yenildi Atatürkçülerin aslında birçok konuda ayrıştıklarını gözler önünde sermektedir. Mesele yalnızca İnönü’yü aklayıp aklamama meselesi değildir. Mesele derinlerdedir, hem de çok derinlerde. Atatürkçüler Yenildi 2014 yılında Nergiz yayınları arasından çıktı. Uzun zamandır rafta bekliyordu, ama artık hazırdım okumaya. Ataürkçüler Yenildi karamsarlık yayan ve üzücü bir başlıktı, ne var ki gerçekten yenilmiş miydik öğrenmek istiyordum. Hiç mi umut yoktu? Hapı yutmuş muyduk? Tedavisi yok muydu bunun? Meydanı çok mu boş bırakmıştık, tamamen karşı devrimcilere mi kaptırmıştık? Nasıl yenildik? Bu yenilgi ağır ağır mı oldu, yoksa bir anda mı? Ne gibi sorumluluklarımız vardı da yerine getirmedik? Atatürk’ü özümseyemedik mi? Yoksa Atatürkçüyüm demekle Atatürk’ün izinden gittiğimizi mi sandık? Özcesi biz nerede yanlış yapmıştık? Kafamda bu gibi sorularla başladım sayfaları çevirmeye. Sayfaları çevirdikçe anladım ki Atatürkçüler gerçekten yenilmişler. Hatta hezimete uğramışlar diyebiliriz. Bu talihsiz sonucun meydana gelmesinin o kadar çok sebebi var ki hangisinden başlayacağımı bilemiyorum. Bunun içinde NATO’ya üye olmak da var, AB’ye adaylık başvurusu yapmak da var, ABD ile eğitim işlerimize karışmasına müsaade edecek kadar ikili anlaşmalar yapmak da var, ayrıca Atatürkçüyüm diye geçinenlerin mason örgütüne üye olup devletin en üst basamaklarına tırmanması da var. Dikbaş kitabında bu sebepler üzerinde durmuş daha çok. Örneğin bizi kendi içlerine katmaları için yalvar yakar AB’nin kapısında beklemeyi mandacılıkla eş değer tutuyor. Atatürk zamanında AB yoktu, ama İngiliz veya Amerikan mandası tarafgirleri vardı. Kurtuluşun sadece büyük bir devletin mandası olmakla mümkün olduğunu düşünenler vardı. Ne var ki Atatürk “Ya istiklal ya ölüm!” parolasıyla mandayı kesin bir dille reddetmişti. Hem de en yakın arkadaşlarından İsmet İnönü dahi mandaya ilgi duyuyorken... Atatürk tam bağımsız bir ülke kurmak için hiçbir manda fikrini kabul etmeyip yedi düvelle savaşırken günümüz Atatürkçüleri egemenliğimizi AB’ye devretme peşindeler. Çünkü AB vesayeti altında olmak egemenliğin devri anlamına gelmektedir. AB ideali Atatürk’ün söz ve düşünceleriyle bağdaşabilir mi? Atatürkçüler Yenildi’de masonluk da hedef tahtasına oturtulmuş. Türkiye’de kurulmuş hükümetler -19. hükümetten 57. hükümete kadar- masonluk bakımından mercek altına alınmış. Hangi hükümetlerde hangi bakanların mason olduğu parantez içinde gösterilmiş. Masonluğun milliyetçiliğe düşman olduğu, milliyetçiyim diyen birinin mason olamayacağına parmak basılmış. Ayrıca Atatürk’ün masonluğa düşman olduğu, mason localarını kapattığı sıklıkla vurgulanmış. Şu söz Atatürk’e aittir: “Haydi defolun buradan, cehennem olun gidin Yahudi uşakları! Benim milletim bana kahraman sıfatını verdi, ben sizin gibi bir çift Yahudi’ye mi uşak olacağım?” (s. 145) 1935 yılında İçişleri Bakanlığı tarafından Türkiye’deki tüm mason locaları kapatılır. Ne var ki bundan 13 yıl sonra Cumhurbaşkanı İsmet İnönü mason localarının tekrar açılmasına izin verir. Celal Bayar bu girişimi destekler. Çünkü kendisi de masondur. Atatürk kapattırmış, İsmet İnönü açtırmıştır. Dolayısıyla Dikbaş’ın da dediği gibi hem Atatürkçü hem mason olunamaz. Atatürk’ü savunan biri masonluğa olumlu yaklaşıyorsa orada bilin ki bir terslik vardır. Kitap 27 Mayıs askerî darbesinin devrimci olup olmadığı sorunsalıyla başlıyor. Dikbaş’a göre 27 Mayıs darbesi asla bir devrim olarak görülemez. Çünkü hiçbir devrim yoktur ki maaşları ödemek için para dileniyor olsun. 27 Mayıs darbesi memur maaşlarını ödemek için ABD’den para dilenmiştir. ABD bu isteği kabul etmiştir. Oysa vatansever Türk halkı hazineyi tamtakır bulan askerlerin hemen yardımına koşmuş, yardım kampanyası başlatmıştır. Nice takılar, altınlar bağışlanmıştır. Ancak darbeciler ne kadar bağış toplandığını hiçbir zaman açıklamamışlardır. Paraların hazinenin mi, yoksa başka birilerin mi cebine girdiği öğrenilememiştir. Dolayısıyla 27 Mayıs darbesinden sonra toplanan paralar bir sır olarak kalmıştır. Dikbaş sağlam kaynaklara dayanarak ABD’nin 27 Mayıs’ta bir darbe olacağını önceden bilemediğini, ancak darbeden kısa bir süre sonra rol oynamaya başladığını, Millî Birlik Komitesi’nin etkilediğini anlatmaktadır. CIA ajanlarının 1960’dan sonra ordunun tüm gözeneklerine yerleştiği bilgisini vermektedir. Bir darbe yapılıyor, bu darbe “devrim” olarak nitelendiriliyor, ama ABD kurumlarına (NATO ve CENTO) bağlılıktan hiç ödün verilmiyor. Hiçbir komutan ABD’yi karşısına almıyor, ona en ufak bir eleştiride bulunmuyor. İsmet İnönü’den itibaren başlayan ABD’ye yanaşma, onun öfkesini üzerine çekmeme, huyundan suyundan gitme politikası 27 Mayıs darbesini gerçekleştiren komutanlarca da paylaşılıyor. Bu açılardan 27 Mayıs darbesini devrime uygun özellikler taşıyor diye övmeden önce bir kez daha düşünmeliyiz. Bu darbe siyasete yeni bir soluk getirmiş olabilir, yalnız tam bağımsız bir devlet olarak politika üretmenin önündeki büyük güçleri karşısına alma mücadelesinde sınıfta kalmış, başarısız olmuştur. Dikbaş çocuklarımızın eğitimini ABD’ye teslim eden Fulbright Komisyonu’ndan da bahsetmiş sıklıkla. 27 Aralık 1949 tarihinde ABD ile Türkiye arasında imzalanan bir anlaşma gereği kurulan bu komisyonda dördü Amerikalı, dördü Türk olmak üzere sekiz üye bulunmakta. Ancak komisyon kararlarında eşitlik olduğunda dönemin Amerikan büyükelçisinin oyu sonucu belirlemekte. Türk çocuklarının ilkokul, ortaokul ve lisede okuduğu derslerin müfredatını hazırlayan bu komisyon hâlâ devam ediyor. (Dikbaş kitabında 2012 yılındaki üyeleri sıralamış. Ancak komisyonda beş Türk, üç Amerikalı üye var. Dikbaş’a göre buna rağmen dengeler değişmemiştir. Çünkü komisyonun Türk üyelerinin Amerika’nın hizmetkârı olduğunu düşünmektedir Dikbaş. Bu mantığa bakılırsa komisyonda hiç ABD’li üye olmasa dahi Türk milletinin lehine bir karar çıkmayacaktır. Çünkü komisyonda ABD’nin ruhu dolaşmaktadır. Dikbaş ABD Başkanı Johnson’ın Başbakan İsmet İnönü’ye 1964’te gönderdiği mektuba da değiniyor. İnönü de Johnson’a bir mektupla cevap veriyor. (İki mektup da tam metin olarak kitapta var.) Bu mektuptan sonra mektupa ilgisi olmayan bir haber yayılır. Güya İnönü “Yeni bir dünya kurulur. Türkiye orada yerini bulur.” diye bir ifade kullanmıştır mektubunda. Oysaki mektupta böyle bir ifade yok. O günkü Türk medyasını okuyan bir vatandaş İnönü’nün ABD’ye rest çektiğini düşünüp gurur duymuş olmalı. Ama bu, aslında göz boyamaktan başka bir şey değil. “İsmet İnönü başta olmak üzere ABD vesayetini kabul edip Türk ordusunu NATO’nun emrine vermiş olan son 60 yılın tüm sivil-asker yöneticileri bir taraftan ABD’nin önünde süt dökmüş kedi gibi dururken diğer taraftan Türk halkına ABD’ye karşı nasıl efelendiklerini, masaları nasıl yumrukladıkları yalanlarını söylemişler, bu yalanlarla halkımızı 60 yıldır kandırıp aldatmışlardır.” (s. 250) Kitabı okurken dikkatimi çeken meseleleri, konuları hep not ettim. Yalnız bunların hepsini bu yazıya sığdırmam mümkün değil. Bitirmeden önce kitapla ilgili birkaç eleştirimi de belirteyim. İlk olarak kitapta yazım konusuna hiç dikkat edilmemiş. Bolca yazım yanlışı ve özensizlik buldum. Belli ki kitap yazıldığı gibi basılmış, yayınevi bir kez bile kitabı incelememiş. Eğer inceleseydi böyle hatalarla karşılaşmazdık. Birkaç örnek vereyim. 405. sayfada “vurgu varan” diye bir yanlış kullanım var, “vurgu yapan” olmalı. 409’da “17 Mayıs 1639 yılında” diye bir ifade var, oysaki bu bir tarihtir, yıl değil. 448’te Mahmut Öztürk’ten mi, yoksa Mehmet Haberal’dan mı bahsedildiği tam belli değil. 499’da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’ın sanki hâlâ karar verici bir konumdaymış gibi bir anlam karışıklığına yol açılmıştır. Siyasi arenaya ABD’nin Irak’a girmesinden sonra elveda diyen bir adam İran’a karşı askerî bir güç kullanmaya karar verebilir mi hiç? Bunu olsa olsa o günkü hükümet karar verebilir. 582’de 23 Nisan 1923’te meclis açıldı diye yazıyor. Oysaki meclis 23 Nisan 1920 tarihinde açılmıştır. 599’da “ikinci grup”tan bahsedilirken “birinci grup” ifadesi yer almış. Bu hataların sonraki baskılarda düzeltilmesini dilerim. Dikbaş son sayfalara geldiğinde Atatürkçülük ile Kemalizm arasında ayrım yapıyor. Ama bana kalırsa sağlıklı bir ayrım değil bu. Böyle bir anlayışı ve ayrıştırmayı gereksiz buluyorum. Atatürkçülük neyse Kemalizm de odur. Bu kadar da deşmeyi, parçalara ayırmayı anlamsız buluyorum. Ayrıca Dikbaş’ın ADD’nin (Atatürkçü Düşünce Derneği) tüzüğünde bulunan “derneğin amacı” başlığı altında yazılan ifadeleri haksız yere yerdiğini düşünüyorum. Derneğin amacı gayet güzel yazılmış. Sırf kendi aklımızdan geçenleri bulamadığımız için eleştirmek doğru olur mu?
Atatürkçüler Yenildi
Atatürkçüler YenildiYılmaz Dikbaş · Nergiz Yayınları · 201422 okunma
·
96 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.