Gönderi

... -Ya Erhan nasıl kişisel gelişim uzmanı olunuyor? -Öncelikle işten atılman lazım. 2001'deki krizde beni çalıştığım ilaç firmasından attılar. Bir-iki yıl boşta kalınca zaten çok eğitim almıştım. Bende muhabbet de iyidir, oralarda öğrendiklerimin notları da vardı. Şimdi hem kendim eğitim veriyorum hem de üç tane eğitim firması adına eğitim veriyorum. Verdiğim eğitimler aynı. Bu şirketler ihalelere giriyor, en düşük fiyatı veren alıyor ihaleyi. Ben de girip eğitimi veriyorum. -Hepsinde farklı eğitim. -Yo benim eğitimim hep aynı. -Hadi ya? -Yalnız eğitimde "İşten atıldım" demeyeceksin. - Nasıl? -Anlatırken "2001 yılında hayatımı gözden geçirdim. Artık yaptığım işten mutsuzdum. Kendimi tekrar ettiğimi fark ettim. İstifayı verdim ve danışmanlığı seçtim" dersen çok havalı oluyor. Yoksa "Beni işten attılar" dersen tadı olmuyor! -Pıh pıh pıhh. Hangisi daha zevkli. İlaç mı, eğitim mi? Erhan: İlaç işi biraz korkutucu. -Nasıl? -Yani hem ülkeye hem de dünyaya ayrı ayrı bakmak lazım. Bir kere Türkiye'de ilaç reklamı yapılmıyor. İlaç firmalarından kimisi o reklam bütçesini doktorlara kendi ilaçlarını yazdırtmak için kullanırlar. -Promosyon değil mi? -Doktorun muayenehanesini sıfırdan döşemek, evine plazma almak, tatile göndermek promosyonsa evet. Yazdığı ilaçtan komisyon alan doktorlar var desem? -Hadi yaa! -Bak sen bir Bağ-Kur'lu, SSK'lı olarak devlet hastanesine gidip ameliyat olamazsın. Önce doktorun muayenehanesini gider para ödersin. Sonra adam, devletin hastanesinde senin tahlillerini yaptırtır. Sonra hastanede devletin imkânlarıyla ameliyat eder, devletten maaşını alır, sen yine muayenehanesine gider, "bıçak parası" adı altında rüşvet verirsin. -"Bıçak parası" sanki kasap gibi. Korkunç bir ad. -Yapılan daha korkunç değil mi? Devletten para aldığı bir iş için senden açıktan para alması. Rüşvet alan gümrükçüden ne farkı var? Bak eskiden devlet kuruluşlarında diş hekimlerine iş yaptıramazdın. Baktıkları hastaya göre prim verilince %90'ının yaptığı iş dört katına çıktı. Eskiden de yaptığı iş için maaş alıyordu; ama çalıştıramıyordun. SSK'ya satılan ilaçların piyasanın dört katı fiyata satıldığıyla ilgili gazete haberlerini okumuşsundur. Sonra hem şirketten hem de devletten bu işle ilgili kimsenin hapse atıldığını duydun mu? -... -Demek ki herkes bir şekilde çöplüğün içinde. Bak tüp bebek için Anadolu'dan büyük şehirlerdeki tüp bebek merkezlerine hasta sevk eden doktorların bir bölümü, gönderdikleri hasta başına o merkezden 500 dolar civarında el altından prim almazlar; alsalar ne ahlaksızca olurdu değil mi? Bir diyaliz merkezine, bir böbrek hastasını bağlayan doktor oradan prim alsa ne korkunç olurdu değil mi? Birçok ilaç arasından en iyiyi değil de, prim aldığı ilacı yazsa ne feci olurdu değil mi? -Allah'tan öyle değil! -Allah'tan! Erhan: Basında ikide bir Anadolu'da sağlık taraması haberleri görürsün. Bunları ilaç firmaları finanse eder ve devlerin doktorları taramayı yapar. Yalnız ilginçtir, bu sağlık taramaları genelde hep iki alanda olur. Tansiyon ve diyabet hastalarını tespit etmek için. İkisinin de ortak özelliği nedir bilir misin? -Hayır. -Tedavisi yoktur. Hastayı tespit ettiğin an ömür boyu ilaç kullanmak zorundadır. İlaç parasını da devlet ödeyeceği için sağlık taramalarını hep bu iki alanda yaparlar. -Vay be! -Vay be ya! -Ya Erhan Ağabey, bizim bir tanıdığımızın hastalığı vardı. Bir ilaç kullanıyordu. 14 yaşında pırıl pırıl bir çocuk Hakan. Hakan'a ayda iki kere kriz geliyordu. Sonra böyle ilaç firmasında çalışan bir dostumuz "Siz bu ilacı Almanya'dan getirtin" dedi, nedenini söylemedi. Biz ilacı ordan getirtmeye başladık. Aynı yabancı şirketin orada ürettiği aynı ilaç, her şeyi aynı. Şimdi bizim aslan yılda bir kriz geçiriyor. Şok olduk. Niye? İlacın adı da... -Bak Hıdır hemşerim. O ilacı çok iyi biliyorum. Etken maddesi bir bitki özü, dünyada üç yerde yetişir. Bu üç yerden birinden çıkan etken madde çok güçlüdür; ama diğer iki yerin dört katı fiyatadır. Avrupa'da ürettiklerine o etken maddeden koyuyorlar. Türkiye ve üçüncü dünya ülkelerindekine en ucuzunu. İkisinde de etken madde 100 mg görünüyor. Arada kazandığın paranın yüzde birini bunu kontrol edecek adama rüşvet olarak verdiğinde, kimse bir şeyden haberdar olmaz. -Ağabey, Türkiyede'ki sağlık çürümesinin nedeni Yunanlılar! -Nasıl yani? -Ağabey doktorlara Hipokrat yemini ettiriyoruz. Bizimkiler Allah'ın Yunanlısının yeminini niye tutsun. Çevirtsen yemini Türkçeye bize uygun yemin koysan. Hastaya iyi bakmayanı Allah bildiği gibi etsin, yüzdeyle çalışan aha böyle olsun gibi. Bir de en sonda, vallahi de billahi, çoluğumun çocuğumun ölüsünü öpiim dedirtsen, bak olay nasıl çözülüyor. Hep Yunanlıların yüzünden. Pıh pıh. -Hı ho haa. -Lan Metin önüne bak, titretme arabayı, gülünecek ne var? Erhan: Bak Hıdır. Bir ilaç Türkiye'ye geldikten bir yıl sonra, yerli firmalar ilacın ucuzunu imal ediyorlar, buna jenerik ilaç deniyor. Batılı firmalar çok etkili bazı kanser ilaçlarını jeneriği yapılmasın diye Türkiye'ye getirmiyorlar. Süre üç yıla çıkarsa getirecekler. -Ağabey, insan hayatı bu kadar değersiz mi? Zaten kazanıyorsun dünyada milyarlarca dolar. Birkaç ilacından da az kazan. Getirirse yine para kazanacak; ama üç yıl değil de, bir yıl kazanacak değil mi? -Evet, ama hükümet o süreyi uzatana kadar o ilaçları Türkiye'ye getirmiyorlar. -Ağabey, sadece bir kanser hastasını kurtaracak olsalar bile getirmeleri lazım. Ne olur az kazansalar. -Bak, Sudan'da, tüm Afrika'ya AIDS ilaçlarının jenerik ilaçlarını imal eden bir ilaç firması vardı. Bugün Afrika'nın üçte bir AIDS'li. Müthiş pahalı ilaçları alma ihtimalleri yok. Adamların yiyecek yemeği yok, AIDS ilacını nasıl alsın? Sudan'daki fabrika Robin Hood gibi tüm Afrika'nın ilaç ihtiyacını karşılıyordu. ABD hükümeti açıklama yaptı: "Burası bir kimyasal silah üretim merkezidir." Bunun üzerine Sudan hükümeti fabrikayı aynı gün herkesin kontrolüne açtı. Gazeteciler, silah uzmanları fabrikayı gezdiler ve rapor verdiler. "Burada kimyasal silah üretimi yapılamaz" diye. Sudan hükümeti açıklama yaptı: "Burada üretilen ilaçlara Afrika'nın çok ihtiyacı var. Fabrikamız Birleşmiş Milletler uzmanlarının denetiminde çalışabilir" diye. Amerikalılar işin sarpa sardığını görünce, ABD uçakları bir gecede fabrikayı yok ettiler. Bugün, bırak ilaç almayı, adamın yiyecek yemeği yok. -Ya ağabey, zaten bu kadar para kazanıyorsun, Afrika'yı yüzlerce yıl sömürmüş, adamları bu hâle getirmişsin. Bırak Afrika'dan da daha az para kazanıver, ne olur sanki? -Doğru! -Ya baba, korku filmi gibi! -Ben Türkiye'yi daha çok Quentin Tarantino filmlerine benzetiyorum. Adamın filmlerinde gözüne soka soka, öyle bir dehşet vardır ki ilk kafa koptuğunda şok olursun, sonra birinin kolu kopar, ürperirsin. Sonra ötekinin gözü çıktığında, bir için titrer. Sonra alışırsın; kopan bacaklardan koyu kanlar fışkırırken sen pipetten aynı renkteki colayı çekersin; kadın adamın parmaklarını kanlarıyla dilimlerken sen finger patates menünü ketçaba banarak yersin. Sonra filmin devamında alışır, daha kötüsü, daha fazlasını istersin. Ülkede olanlar korkunç değil, bizim alışmış olmamız korkunç. 1950'lerde Türk filmi gibi olan bir ülkeydik. Bak o filmlerde kim kötü kim iyi öyle bellidir ki. Şimdi belli değil. Kimin aslında iyilik, kimin kötülük yaptığını da anlayamazsın. Tarantino filmlerindeki gibi sürüyle uzun diyalog ve anlamsızlık var. Bir de ucunun nereye gideceği belli olmayan bir şiddet. Bak yanına ben oturdum. Bildiğim için sana tıp ve ilaç dünyasının %1'ini anlattım. Gözüm kapalı bir fili tarif edebilecek kadar bilgiliyim. Yanına oturan hemşerin gümrükçü olsaydı, gümrüklerdeki pisliği anlatacaktı. Milletvekili olsa devlet yönetimindeki, hâkim olsa hukuktaki, iş adamı olsa iş hayatındaki, sporcu olsa spordaki, subay olsa ordudaki, öğretmen olsa eğitimdeki, gazeteci olsa basındakini... Sen hepsini böyle gözlerin fal taşı gibi dinleyecektin. -Ya baba, bütün gün "Semra Hanım'ı; yok penaltıydı değildi diyen adamları; şunla şu boşandı mı?"yı dinliyoruz bunlardan niye haberimiz yok? -Bunu aslında sana sormalı. Bak benim haberim var... -Belki gazeteciler de alışmıştır. -Ya Erhan Baba, peki sen bu bildiğin bölümü anlatsan ya da yazsan. -Ya yazılır mı? Deli olmak lazım bunları yazmak için. Ben şimdi ilaç firmalarına da eğitim veriyorum. Eğitim veren birinin bunları yazması için aptal olması gerekir. Bunları yazsam bir daha benden hayatta eğitim almazlar. Yazmak için öküz olmak lazım. "Bindiğin dalı kesmek" denir buna. Sırf beş-altı sayfa yazı için milyarlar feda edilir mi? Edersem adım salağa çıkar. ...
·
75 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.