Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

248 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Kitabın tanıtımına geçmeden önce yazarı hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse: Yazarımız 1960 yılında başladığı hayat yolculuğuna 1978 yılında, Türk milletinin övünç kaynağı Türk Silahı Kuvvetlerinin bir subayı olarak devam etmiştir. Emekli tabirini yazarımız için kullanmak biraz abesle iştigal olur bizler bu kısmı “Ölene kadar milletinin hizmetinde olacak bir asker” diyerek bu bölümü kapatalım. Kitabın yazım hikâyesine gelince. Bu kitabından önce yayınlanmış olan ve okuma şerefine nail olamadığımız ‘Rumeli Türkleri ve Müslümanları (1878-1918) adlı kitabından sonra okuyucuların yoğun istekleri doğrultusunda bu kitabı yazmaya karar verdiğini, kitabın sunuş bölümünde açıklıyor. İşte bu sunuş bölümüne göz atıldığında kitabın yazılma amacı hakkında aklınızdaki tüm soruları hemen hemen gideriyorsunuz. Sunuş bölümün sonuna doğru teşekkür kısmına gitmeden önce kitabın içerisinde de sık sık karşılaşacağınız birkaç ismin varlığından haberdar olacaksınız. Bunlardan bazıları: Kâtip Sinan Çelebi camisi müezzini; Hacı Adnan Nurko, Suzi Çelebi, Mareşal Mehmed Ali Paşa, Prizzen Melami Tekkesi Şeyhi Raif Vırmiça Efendiyi sayabiliriz. (S:10-11) Türkiye’nin değişik dergi ve gazetelerinde yayınlanan köşe yazıları, mektuplar, karşılıklı röportajlar ve kitabın sonunda gezi notlarından oluşan kitabımız akıcı ve sade bir dille yazılmış. Röportajlara ise yazarımız yine asker olmasının verdiği ciddiyet ve resmi dile yakın bir tarzda cevap verdiği gözlerden kaçmamaktadır. Yazarımız görev yaptığı dönemde yaptığı gözlemlerin yanı sıra bazen de görevi esnasında karşılaştığı gariplikleri, görev arkadaşlarının yaptığı bazı sorumsuzlukları, şahit olduğu bir kısım olayların sonrasında rapor ettiği kurumların duyarsızlıklarını da yine ilerleyen sayfalarda dile getirmektedir. İşte bu şahit olduklarıyla ilgili Türkiye’ye gönderdiği bir mektuptan bahseden giriş bölümünde şahit olabilirsiniz. Yine burada gönderdiği mektuba duyarsız olanlar kadar ona önem verenlerin de adını anmaktan imtina etmeyen ve onların adını da gururla söylemekten geri durmayan yazarımız haklı bir ‘İsyanlı Sükut’ devresini burada satırlarına nakşediyor. (S:15) Türkiye’den Tuncer Gülensoy’un işte bu mektuba cevabı ve bu mektubun tamamını okurken Balkanlarda ve tarihimizde kısa bir gezi yapmak istiyorsanız kitabın yirmi yedinci sayfasına kadar soluk almadan devam etmelisiniz. Savaşın çıkma sebebinin: “Yugoslavya sosyalist rejimin çökmesinden sonra Boşnakların otamtik yurtlarından silah ve şiddetle arındırma projesinin 1992-1995 yılları arasında uygulamaya konulması” olarak kaydeden yazarımız Aliya İzzetbegoviç’in komutası ve önderliğinde Bosna’nın kurtulabildiğini aktarmaktadır. (S:31) devamında yine Sultan Fatih’in Bosna’yı fethettiği gece bir rüya gördüğünü ve rüyasında vesveseye düştüğünü Peygamber Efendimizde rüyasına girerek: “ Hayır, bu şehir ebediyen Müslüman yurdu olarak bakidir.” Müjdesiyle beraber hemen orada Baki mescidini yaptırdığını ve Baki Mescidinin Eyüp Sultan Türbesinin rolünü oynadığını aktarıyor. (S:35) Yine bu sayfalarda “sultan II. Abdülhamit Han’ın bir toprak terki fermanına karşı Mitroviçe’deki 18. Nizamiye Tümen Kumandanı Şemsi Paşa’nın “Ben Beytullah’ın huzurunda vatanımdan bir karış yeri düşmana terk etmemeyi ahdetmiş bir kulunuzum. İradeniz tatbikinde ısrar buyurduğunuz takdirde bunu yapacak başka bir kulunuzu gönderin.” Dediğinde bu idareyle halkın birleştiğini ve fermanın sonuçsuz kaldığını” okuyacaksınız. (s:33) ( İşte burada birkaç yıl önce vatan toprağını kovalara doldurup getirenleri de nasıl anacağımızı düşünme fırsatı buluyoruz!) İlerleyen sayfalarda beni en çok etkileyen konu ise birinci dünya savaşında yani Kosova’nın bizden ayrılmasından beş yıl sonra. Saflarımıza katılan iki askerimizin yakınlarına ‘Teskere’ verilme olayı var ki işte bu sayfaları okumak insana bir başka mutluluk veriyor. Kendinizi o torunun yerine koyabilirseniz veya yüz yıl önce her şeyini bırakıp devletini savunmak için dünyanın dört bir tarafına gitmiş ama adı bile bulunamayan milyonları evet milyonları gözünüzün önüne getirdiğinizde bu duygunun ne olduğunu biraz daha iyi anlarsınız. Bizler yine buradan, 15. Tümen, 56. Alay,1. Tabur, 4. Makineli Tüfek Bölüğü Galiçya ve Azerbaycan cephelerinde görev yapan Nazif oğlu Hamdi ve Prizzen Tercüman İskender Mahallesinden 41 yaşında silah altına aldığımız makineli tüfek nişancısı: Adem oğlu İsmail’i saygıyla anıyoruz. Ruhları Şad mekanları Cennet olsun. Bir başka bölümde ise keşiş Ksenofont adında birinin Prizende bir kışlaya sultan Murat adının verilmesinden duyduğu rahatsızlığı okumak ve yazarımızın ona vermiş olduğu muhteşem bilgi ve cevabı da merak ediyorsanız mutlaka 62-74. Sayfalar arasını gözden geçirmek zorundasınız. Ve tab ki edilen şikayetlerden sonra kışlanın adının değişip değişmediğini de yine bu sayfalarda bulabilirsiniz. Beş yüzyıl önce “Türk azdır diye bulma bahane/ odun bir şulesi besdir cihane” diyerek dünyaya Türklüğün ve Türk’ün adını haykıran Suzi Çelebi’yi de merak ediyor ve bunu da bir Melami tekkesindeki sohbetten dinlemek istiyorsanız yine 77. Sayfaya kadar devam etmek zorundasınız. Yine Suzi Çelebinin kabrini onarmak için yazarımızın mektup yazdığı ve kendi beyanına istinaden yardım ederiz deyip cevap verme tenezzülünde bile bulunmayan birine “Allah’sız Müslümalık” kitabının okunmasını da yine yazarımız bu sayfalara işlemiş. Yine burada “Reklam Faslı olmayan” girişim notuyla da kısaca durumu özetlemiş. Bizler de buradan mektuba cevap vermeyen, telefona bile çıkmayan Musa Bey adındaki beyefendiye duyuralım ki “bakın adınız öyle veya böyle sütunlara taşınıyor. Suzi Çelebi’de öyle veya böyle bu sütunlarda yerini aldı. Gönül isterdi ki sizin de adını onunla aynı rahmet ortamında anılsın. Maalesef ‘Kader’ deyip geçiştirelim ki Kader’i işleyen herkesin hakkını versin.” (S:86-87) Yine ilerleyen sayfalarda Kosova’daki Türklerin anavatana bakış açısını, oradaki siyaset yapma tarzlarını ve hayata tutunurken neler hissettiklerini merak ediyorsanız. Yazarımızın misafir olduğu Bektaşi, Melami dergâhlarında yaşadıklarını, Sırpların bugün bile bizleri nasıl karşıladığını da okumak istiyorsanız kitabı gözden geçirmelisiniz. Bir de kitabın sonlarına doğru yazarımızın yaptığı Balkan turlarında edindiği izlenimleri okumak isterseniz ki, mutlaka okumalı ve yeni yeni kurulmuş devletlerin tarih oluşturmakta nasıl gayret gösterdiklerini de görmelisiniz. Ondan sonra eminim ki sizler de bizim gibi düşünecek ve binlerce yıldır dünyaya yön veren bir millet olarak onlar kadar evlatlarımıza tarihimizi ve tarihi şahsiyetlerimizi anlatamıyoruz, diyeceksiniz. “RUMELİ’DE BİZDEN NE KALDI?” bu sorunun cevabını bulabileceğiniz, içinde sadece bu sorulara değil aynı zamanda şu an neler yapıyoruz ve yapmalıyız? sorusunun cevabını da bulabileceğimiz güzel bir çalışma olmuş. Gönül vererek ve Yüce Türk Milletinin ruhu katılarak yazılmış muhteşem satırları okumanız temennisi ve yazarına teşekkür ederek satırlarımızı bitirmek istiyorum. Fatih Kaplan
Rumeli’de Bizden Ne Kaldı?
Rumeli’de Bizden Ne Kaldı?Hasip Saygılı · İlgi Kültür Sanat Yayınları · 201986 okunma
·
22 görüntüleme
Kitap Şuuru okurunun profil resmi
Tebrikler efendim. Kura numaranız 19'dur. Bol şanslar
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.