Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

304 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
Kaybettiklerimiz, Aradıklarımız...
Neleri kaybettik? Sorusunu soran o kadar çok eser gördük ki.. Neler bizim devamız? Sorusunun cevabını veren ise yok denecek kadar az İşte bu öyle bir eser Başucu kitabı ünvanını sonuna kadar hak edenlerden.. İçinden bir bölüm bırakıyorum buraya Kitap hakkında fikir edinmek için birebir Osmanlı Türklerinin Müslümanlıktan Uzaklaşmaları Osmanlı Türkleri maddî ve manevî birçok üstünlüklere sahip bir millettir. Fakat İslâm'dan önceki medeniyetleri pek az ilerlemişti. Bu sebeple İslâm’ı kabul ettikten sonra, bu dinin esaslarını kolayca benimsediler ve başarı ile tatbik ettiler. İslâm'dan önceki devirlerde, ilerlemiş medeniyetler kurmuş olan milletler ise, İslâm'ı kabul ederken, eski medeniyetlerinin zararlı tesirleri altında kalmışlardı. Müslümanlığı kabul eden milletler arasında İslâm’ın esaslarını en iyi anlayan ve en güzel şekilde tatbik eden Türkler oldu. Bu da onlara, büyük bir imparatorluk kurarak İslâm’a bütün öteki milletlerden daha fazla hizmet etmek imkânı verdi. Türkler hâkimiyetlerini yıkılmış olan devletlerin enkazıyla kurdular ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun hükümet merkezini kendilerine payitaht yaptılar. Fakat hüküm sürdükleri memleketler içinde azınlıkta idiler. Bu yüzden hem son derece çeşitli ırklarla dolu olan bu muhitin, hem de İran ve Arap tesirlerinin altında kaldılar. Bu tesirlerle hiç farkına varmaksızın Müslümanlık’tan uzaklaşmaya başladılar. Sonunda ötekiler gibi gerilediler. Ötekilerden yalnız, istiklâllerini muhafaza ederek, bu farkla ayrıldılar. Sonra Avrupa ile temaslar neticesinde düşmüş oldukları uyuşukluktan silkinip uyanmak istediler. Fakat bu noktada mâzilerindeki büyüklüğü meydana getiren kuvvetin İslâm olduğunu unutarak, bu kuvvetin Batı’dan gelebileceğini zannettiler. Selâmeti, daha önce buldukları tarafta, yani İslâm’ın ahlâk, yaşayış ve siyâsetinde arayacakları yerde, Batı’nınkilerde bulacakları fikrine düştüler. Bir taraftan Avrupa milletlerinin kuvveti ve refâhı, diğer taraftan arada kurulan dostluk münasebetlerinin artması neticesinde, gerek hükümeti ve gerek umûmî efkârı sevk ve idare eden aydınlar şuna inandılar ki: «Bugünkü düşüşten kurtulup yükselmek ve bu suretle memleketi muhakkak olan çöküşten kurtarmak için tek çare Batı’yı taklit etmektir.» Diğer bir söyleyişle: «Onların bütün esaslarını, bütün telâkkilerini kabul ederek, kendimizinkileri unutmaktır.» Halbuki bizim bütün müesseselerimiz, sırf İslâmî esaslardan ve İslâmî telâkkilerimizden doğmuştu. Eskilerin yerine Batı’ya göre kurulmuş müesseseler koymak için, onların zayıf ve geri kalmış hallerinden istifade ettiler. Eski müesseselerin düzeltilmesi veya tadil edilmesine gidilmeyerek, yeniden yapılması, icad edilmesi tercih edildi. Böylece, şeriat kürsüleri ile medreseler bulundukları halde bırakıldılar. Halbuki bu iki kuruluş, yani adalet mahkemeleri ile ilim ve marifet müesseseleri, birçok asırlar yaşamış, Osmanlı Devleti’nin azamet ve şevketini temin etmişlerdi. Islâh çareleri aranacak yerde, zavallılar acınacak bir halde terk edildiler. Fakat kendisini idare edenlerden daha akıllı ve daha kadirbilir olan halk bu müesseselere bağlı kaldı. Aydınlar da sırf bu bağlılıktan çekindikleri için onları tamamen kaldıramadılar. Fakat zayıf halleriyle ölüme terk ederek, yanı başlarında yeni tarzda mahkemeler, mektepler kurdular. Bu yeni kurulanlar ise, Fransız mahkemeleri ile Fransız mekteplerinden üstünkörü alınmış olduklarından, getirildikleri muhit ile hiç ilgileri yoktu. Memleketimize Fransa’nın kendisi kadar yabancı idiler. Son asırda, bu usul ile meydana getirilmek istenen bütün yenilikleri burada saymak lüzumsuz bir külfet olur. Yalnız şu kadar söyleyelim ki: Bunların hepsi, bizim inanç ve esaslarımıza karşı asırlardır beslenen derin bir husûmet hissinin bütün alâmetlerini taşıyorlardı. İşte «teceddüt» adı verilen bu yenilikler, asırlardan beri kurulup yerleşmiş olan inançları, fikirleri, telâkkileri, an’aneleri, hisleri ve ahlâkı harap etmekten başka bir iş görmediler. Kısacası, memleketimizi, her gün çeşit çeşit meş'um neticelerini gördüğümüz tam bir «manevî kargaşalık»a sürüklemekten başka şeye yaramadılar. Batı medeniyetinin tesirleri ile meydana gelen ve günümüzde «Osmanlı Rönesansı = Osmanlı Uyanışı» diye adlandırılan hareket, ikinci bir «İslâm'dan Uzaklaşma»dır. Çok garip bir ihtilâl devresi yaşıyoruz. Bizzat memleket, kendini idare etmekte olanlarla mücadele ediyor. Onların aşırılıklarına, evham ve hayallere dayanan tasavvurlarına karşı devamlı harp ederek, aydınlarını itidale, hikmet ve basirete davet ediyor! Benzeri görülmemiş olan bu gayritabiî hâl, ne çeşitte olursa olsun bütün ihtilâllerin muhakkak uyandırdığı tepkiyi şimdiye kadar geciktirmiştir. Fakat buna daima mâni olacak da değildir. Bir gün gelecek, İslâm gerçekleri, Müslümanlığa karşı çıkan sapıklıkları bir kere daha yenecektir. Hükümdarı, yeryüzündeki Müslümanların halifesi bulunan bu memleket, bir kere daha İslâm milletlerin başına geçerek, onları mutluluk yollarına sevk edecektir. Türklerin İslâm’dan uzaklaşmalarının sebebini sadece Batı medeniyetinin manevî tesirlerinde aramayalım. Bu büyük bir hata olur. Çünkü Hristiyan hükümetlerin bize karşı besledikleri derin ve tükenmez kin de aynı derecede tesirli olmuştur. Bu «yenileşme»lerin başladığı devirlerde devlet adamlarımız: Memlekete Batı taklidi müesseseleri ve onlarla beraber Avrupalı telâkki ve esasları getirirsek, Avrupa hükümetlerinin sevgilerini kazanmaya, eski düşmanlıklarını hafifletmeye ve bencilliklerini yumuşatmaya muvaffak olacağız sandılar. Bu zanna düştükten sonra da, memleketi İslâm’dan uzaklaştırmak mecburiyetinde olduklarına inandılar. Yukarıda yazdıklarımızla, Türkiye'nin nasıl olup da kendisini mâzisine bağlayan rabıtalardan büyük kısmını koparmış ve nasıl olup da saadetini temin edecek olan gâyeden bu kadar uzaklara düşmüş olduğunu, kısaca anlatmış bulunuyoruz. Görülüyor ki, birincisinde Şarklı milletlerin tesiri ile İslâm’dan uzaklaşmıştık, ikincisinde ise Garplı milletlerin tesiri ile uzaklaşmış olduk. Fakat bu ikincisine bir an evvel son verilmezse bizim için çok tehlikeli olacaktır. Çünkü bu seferki uzaklaşmamızda, İslâmî hakikatlerin yerine bazı nazariye ve faraziyeler koyuyoruz. Bunlar ise Batı cemiyetlerinin gelişmelerine bağlı olarak doğan, değişen ve ölen birtakım görüşlerdir. Varlıkları ve yok olmaları anidir. Evvelden bu millet, istemeyerek, bilmeyerek İslâm’dan uzaklaşıyordu. Hattâ bu uzaklaşma sırasında gücü yettiği kadar, daha çok İslâmlaşmaya çalıştığını zannediyordu.{186} Bugün ise bilerek ve büyük bir istekle, her türlü vasıtaya başvurarak İslâm’dan uzaklaşıyor. Bizler önceleri, milletçe geri kalmamıza sebep olarak «İslâmiyeti daha çok anlayıp daha iyi tatbik edemeyişimizi» gösteriyorduk. Kabahati kendimizde buluyorduk. Bugün ise geriliğimizin sebebini kusur ve ihmallerimizde değil, «dinimizin bizi bağladığı esasların noksan oluşunda» arıyoruz.
Buhranlarımız ve Son Eserleri
Buhranlarımız ve Son EserleriSaid Halim Paşa · İz Yayıncılık · 2020439 okunma
·
148 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.