Gönderi

220 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
Gulyabani deyince sizin aklınıza ne geliyor? Süt Kardeşler filmi değil mi? Defalarca izlemekten bıkmadığım bu film, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Gulyabani kitabından esinlenerek çevrilmiş. Kitapla film birebir aynı olmasa da temeldeki konu aynı. Yani bir konaktaki varlıklı bir kadını delirtip mirasına konmak için tertiplenmiş bir gulyabani var ortada. Süt Kardeşler bir komedi filmi, peki Gulyabani komedi mi korku kitabı mı? Buna bir cevap verebilmek için önce korku edebiyatının ne olduğunu açıklamak gerek. Korku edebiyatı, okuyucuyu korkutmayı, heyecanlandırmayı hatta dehşete düşürmeyi hedefler. Doğaüstü olayları ortaya sererek korkuyu yerleştirmeye çalışır. Gulyabani kitabında da korku öğeleri yer almakla birlikte yazarın amacı okuru korkutmak değil, bu hurafeleri eleştirmek, bir nevi hiciv örneği. Kitabı okurken hep aynı soru yankılandı durdu beynimde. Batı edebiyatında bunca etkin bir rol oynayan korku türü bizde neden ulusallaşamamış acaba? Ben bu soruya din ekseninde cevap vermek istiyorum. Hristiyanlıkta insan doğuştan günahkardır. İlk insanın cennette işlediği günah yüzünden tüm insanlar günahkar doğmaktadır. Bilirsiniz bu yüzden de vaftiz olurlar zaten. Oysa İslam’da insan günahsız doğar. Tertemiz bir şekilde gelir dünyaya. Günahkar doğduğuna inanan bir toplumun yaşadığı var oluş problemine nazaran, günahsız doğduğuna inanan bir toplumun yaşadığı çelişkiler "daha az derin" oluyor haliyle. Bir de “şeytan” kavramı var ki Hıristiyanlıkta neredeyse Tanrı kadar güçlüyken bizde durum farklıdır. Allah’ın koyduğu yasakları çiğnemeyene, O’nun yolundan ayrılmayana şeytanın etki edemeyeceğini, nefsine yenik düşmeyeceğini düşünürüz. Hal böyle olunca gotik edebiyatın en önemi figürlerinden biri olan şeytan bizim edebiyatımızda önemini yitirmiş oluyor. Bir de olaya toplumsal açıdan bakarsak, 18. yüzyılda Osmanlı batının gerisinde kaldığını düşünüp, askeri ve teknik bakımından batıya yetişmeye çalışırken toplumsal alanda da tepeden inme bir batıya yetişme telaşına kapıldı aydınlarımız. Batıda Aydınlanma hareketine tepki olarak “gotik” doğarken bize aydınlanmanın realist kısmına uymak düştü. Belki bu etki olmasaydı bizim sözlü geleneğimizde yer alan tüylerimizi ürperten “üç harflilerin” , kadınları doğumdan sonra basan “al”ların, karabasanların hikayeleri yazıda kalıcı olabilirdi. Çok da karamsar bir hava çizmemek lazım. Bizde de korku türünde bir şahlanma olacağı düşüncesindeyim. Eskiye dönüp baktığımızda gayet başarılı denemeler de olmuş ama yeterli ilgiyi görememişler maalesef. Kenan Hulusi Koray’ın 1939 yılında basılan Bahar Hikayeleri ( 8 hikayenin 3’ü korku türünde), Kerime Nadir’in Dehşet Gecesi, Ali Rıza Seyfioğlu’nun Dracula İstanbul’da ( Kazıklı voyvoda kitabından uyarlamadır) eserlerini örnek olarak verebiliriz. Gulyabani’ye gelirsek evet tam bir korku romanı değil ama korku-hiciv arası farklı bir tarz okumak isterseniz, deneyin derim. birkalemyazar.blogspot.com/2020/02/gulyaba...
Gulyabani
GulyabaniHüseyin Rahmi Gürpınar · Ren Kitap Yayınevi · 201710,9bin okunma
·
25 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.