Gönderi

Biz sığır değiliz
Biz sığır değiliz! Tiranların hayali insanları yük hayvanlarına, kendine hiç bir faydası olmayan, sadece egemenin emirlerine göre düşünen ve eyleyen, kölelikleri için sanki özgürlükleri içinmiş gibi savaşan kölelere dönüştürmektir. Tiranların, insanları sersemletip körü körüne itaat etmeye zorlayan kaygı, utanç ve korku gibi duygulara sıkı sıkıya bağlı sahte bir özgürlük imgesi üretip yaymaları da bu yüzdendir. Neyse ki, bu yalnızca boş bir hülya. Bir türü başka bir türe dönüştürmek olanaksızdır. Tiranlar ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar "insanların kendi doğalarından çıkıp başka bir doğaya bürünmelerini" sağlayamazlar. Masaya ot yemesini, insana havada uçmasını emretmek ne kadar olanaksızsa, insanları gülünç ya da tiksindirici buldukları şeylere saygı duymaya zorlamak da o kadar olanaksızdır. "Kendi yaptıkları yasaları hem çiğnemeleri hem de bu yasaların saygınlığını korumaları da aynı anda hem var olmak hem de var olmamak kadar olanaksızdır." Çünkü "aklın kılavuzluğunda yaşayan insanlar, kendi haklarından, insan olmaktan çıkıp sığır gibi muamele görmelerine izin verecek derecede asla vazgeçmezler." Tam tersine, "ifade özgürlüklerinin ellerinden alınması için ne denli ugraşılırsa, onlar o denli inatla direneceklerdir." Korku sonunda, duygusal taklit yoluyla (kimse yapılan haksızlıkları görmeye dayanamaz) öfkeye dönüşecek ve çokluk, aslında hiçbir zaman tamamen devretmemiş olduğu gücünü yeniden ele geçirecektir. Sürüleştirme iş başında Yine de insanları sürüleştirme girişimleri aralıksız sürüyor. Üstelik insanların büyük çoğunluğu akılla yönetiliyor, zira egemen insanların büyük bölümünü istediği şeye inandırabilmek, onlara istediği şeyi sevdirebilmek, onları istediği şeyden nefret ettirebilmek vs. için çeşitli imkânlara sahiptir. "Kuşkusuz, bir insanın vargısı çeşitli yollarla ve neredeyse inanılmaz ölçüde etki altına alınabilir." Yahudilerin inancının fanatik bir milliyetçiliği beslemeye başlayıp "sonunda doğa değiştirmesi" de böyle mümkün olmuştu. Türkler de basit bir tartışmayı bile küfür sayarak şüphe duymayı imkânsız hale getirdiler.' En kötüsüyse, böyle bir devletin barışı ve yurttaşlarının güvenliğini koruduğunu iddia etmesidir: "Barışı bir sığır sürüsü gibi güdülen ve yalnızca hizmet etmeyi öğrenen uyruklarının eylemsizliğine dayanan bir Kent, kentten ziyade issız bir yer olarak anılmayı hak eder." İnsanca yaşam "En iyi devlet, insanların uyum içinde yaşadığı devlettir derken, insanların, sadece kan dolaşımı ve diğer tüm hayvanlarda ortak olan birtakım işlevlerle değil, esasen akılla, zihnin erdemi ve doğru yaşamıyla ayırt edilen insanca bir devleti kastediyorum." Spinoza'nın bu sözleriyle eski Yahudilerin fanatizmi, Doğu'nun barbarlığı ya da çağdaşı olan Hobbes'un kuramlaştırdığı modern devleti mi hedef aldığını kestirmek o kadar da kolay değil. Bu İngiliz filozofa göre, devletin temelinde herkeste ortak olan hayatta kalma arzusu, daha doğrusu vahşice öldürülme korkusu yatar. Yalnızca kötülük korkusuyla hareket etmek, kurtuluşa giden tek yoldur. Bu tek olumlu iyi, insanda ve hayvanda ortaktır: Kanımızın damarlarımızda dolaşmasını sağlayan şey iyidir; kanımızı akıtan şeyse kötü. "Kan damarlarda dolaştığı sürece .. insan hayattadır. Buna karşılık, devleti manevi ve bütün insanlar için ortak bir iyi üzerine kurmaya çalışmak, kan dökülecek günleri beraberinde getirir. Dolayısıyla, insanların tüm haklarını, tek işlevi barışı, yani yurttaşların hayatta kalmasını sağlamak olan egemene devretmelerinin kendi çıkarlarına olduğunu anlamaları gerekir. Spinoza'ya göre ise, bu tarz bir akıl yürütme aldatmacadan ibarettir: "Barış kölelik, barbarlık ve yalnızlık anlamına geliyorsa, insanlar için barıştan daha sefil bir şey düşünülemez." İnsanın yaşarken de ölebileceği kabul edilirse, hayatta kalma sorunu yerini değişim ve dönüşüm sorununa bırakır ve insan olmayan canlıların taklidi, yalnızca bireylerin değil devletlerin de en büyük günahı haline gelir.
·
84 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.