Gönderi

302 syf.
·
Puan vermedi
‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün hem anlam ve önemine hem de zamanlamasına denk düşen bir yapıt olarak karşıma çıkan Jack Holland’ın MİZOJİNİ (Dünyanın En Eski Önyargısı – Kadından Nefretin Evrensel Tarihi) adlı kitabını okumak, bir kadın olarak içerik açısından hiç de hoş ve kolay olmadı doğrusu benim için. Ancak, hala izlerini taşıdığımız bu önyargının köklerine inmenin uyandırdığı merak ve yazarın kolay, anlaşılır ve akıcı dili, okumayı heyecanlı, keyifli ve sürükleyici hale getirdi. Mizojini; “Erkeğin kadına üstünlüğünü açıklayan düşünce ve inanç sisteminin adı” diye geçer tanımlarda. Yani hemen her gün bin bir çeşit örneklerine tanık olduğumuz ‘kadın nefreti’ ve ‘kadın düşmanlığı’nı ifade eder kısaca. Sözcük kökü Yunancadaki kadın ve nefret (gyne – misein) kelimelerinden geldiği belirtilir. “Tarihin başlangıcından bu yana insanlığın bir yarısının diğer yarısı tarafından baskı altında tutulması ve insanlık onurunun elinden alınması nasıl açıklanabilir?” sorusunun peşinden giden yazar bu kitapta tüm toplumsal değişimleri, tüm bilimsel ve felsefi arayışları hiçe sayarak binlerce yıldan beri süregelen bu olgunun genlerini, nedenlerini ve sonuçlarını yansıyor bize . Yazarın kitabını adadığı onu yetiştiren/eğiten kadınların ve doğup büyüdüğü Belfast’ta tanık olduğu kadına bakışın MİZOJİNİ’yi yazmadaki etkisini duyumsarken biz, kadın bedeninin aşağılanmasının normal karşılandığı bu kentin havasını da kısaca şöyle özetler: “Erkekler, bir erkeğin köpeği tekmelemesine şiddetle karşı çıkıyor ama eşini döven bir erkeğe kimse müdahale etme sorumluluğu hissetmiyordu.” Bu duyarsızlığın garip gerekçesi de “karı-koca arasındaki ilişkinin kutsallığı”ydı elbette. Holland’a göre; Eski Yunan ve Roma İmparatorluğu’na kadar kadın özgürlüğü veya eşitliğinden dönem dönem bahsetmek mümkünse de, özellikle bu dönemlerde kadına yönelik nefret ve ayrımcılığın tohumları köklü bir şekilde atılır ve cinsiyetler arası çatışma hızla yol alır. Kadın düşmanlığının kurumsallaşıp insanların bilinçaltına ‘şeytan kadın’ yerleştirilerek bugünlere kadar gelen aşağılanmanın, nefretin, hatta cinayetlerin alt yapısı oluşturulur. Bir düşün insanı Aristoteles’in bütün zamanların kadından nefret eden en acımasız düşünür olmasına yol açan şu bakış açısı yaklaşık iki bin yıl hüküm sürdüğü belirtilse de kitapta, halen izlerine bugün de tanık olmaz mıyız? Der ki Aristoteles bir eserinde “Erkeğin kadına karşı doğadan gelen bir üstünlüğü vardır. Biri hükmeden, diğeri ise hükmedilendir. Bu iki farklı erek, zorunlu olarak iki insan cinsiyetinin bütün kuşakları için geçerlidir.” Aristoteles’in bu kuramına göre erkeğin tohumu, ruhun ve aklın taşıyıcısıdır ve aslında erişkin insanın bütün yeteneklerini içinde barındırır. Erkek tohumunun yerleştiği kadında ise sadece beslenme ile ilgili özler vardır. Burada erkekliğin etken ilkesi devinme, kadınlığın edilgen ilkesi ise devinilmedir. Çocuk, bütün yapısal yeteneklerini ancak oğlansa geliştirebilir. Kadının bedeninde alışılmıştan daha güçlü bir cinsel salgılama ‘soğuk bir direnme gücü’ oluşmuşsa, o zaman doğan çocukta insana özgü gizli gücünü tam geliştiremez ve o kız çocuğu olur. Yani Aristoteles’e ve o dönemdeki yaygın anlayışa göre “kadının aslında başarısız, sakat doğmuş bir erkek” olduğu ‘Kadına nefret’ süreci Rönesans ve Reform dönemi ile biraz sarsılmış, o zamanki sanat anlayışı, felsefesi, bilimi ve sosyal hayatı ile daha insani bir söylem ortaya çıkmış, kilise ve devlet önceki döneme göre kadınların hayatından biraz daha geriye gitmiş, kadın edebiyat ve sanatta biraz daha yer bulmaya başlamış olsa da bu kadar değişen toplum yapısı ve anlayışına rağmen ne o dönemde ne de bugün ‘kadın ve namus’ anlayışı insanların zihninde ‘çıkarılamayan bir leke’ olarak hala yerinde kalmaya devam etmiştir ne yazık ki! Holland kadına bakış açısını ağırlıklı olarak Batı’dan örnekler vererek anlatsa da, belki de bu bakışın daha şiddetlisini yaşayan Asya, Afrika, Ortadoğu’dan da bahseder. Dul kadınların yakıldığı kız bebeklerin öldürüldüğü Hindistan’dan, kız çocukların sünnet edildiği Afrika’dan, cinsel şiddete uğrayan ve bunun olağan görüldüğü Asya ve Ortadoğu’dan ve çok eski dönemlerden itibaren pek çok kültürde tabulaştırılan kadınların ‘adet görmesi’ ile ilgili gücün sınırlandırılmasından örnekler vererek mizojininin tüm dünyayı saran bir virüs olduğunu gözler önüne serer. Holland’a göre “edepli” hayatlardan cinselliğin ve erotizmin kovulup kadınların ‘kırılgan doğalarını’ resmetme uğraşısı mizojininin tüm örneklerinin üstüne tüy dikmektedir. Yazar, kadına yönelik nefret söyleminin gelişen çağa rağmen her daim kendine yeni gerekçeler yaratarak devam ettiğini belirtir. Yakın tarihte tanık olduğumuz Bosna Savaşı sırasında Sırpların kadınlara uyguladığı şiddetin hafif cezalarla geçiştirilmesini dönemin koşulları olarak açıklanmasını örnek verir. Mizojinin aslında kadını tamamen kişiliksizleştirmeyi amaçladığı, erkeklerin kadını ‘öteki’ ya da ‘ben olmayan’ şeklinde hastalıklı bir tanımla din ve devlet eliyle bunu sürdürdüğünü Kilise ve Taliban örnekleri ile anlatır. Ve işin en acı tarafı belki de bugün bile düşün adamı olarak görüşlerine saygı duyduğumuz birçok düşünürün konu kadınlar olduğunda insanı hayal kırıklığına uğratan görüşleri ile bu anlayışı desteklemeleri. Holland, bir yandan ‘Mizojini’nin tarihsel boyutunu gözler önüne sererken diğer taraftan kadınların bu ayrımcılık ve şiddetle mücadelesini de anlatır. Kaplumbağa hızı ile yol alabildiğini gördüğümüz ‘kadın düşmanlığı’nda eğer dünyanın bazı bölgelerinde bu satırlar yazılabilir hale gelmişse, bu konuda bedel ödemiş pek çok kadının direnişi ve mücadelesi ile olmuştur. “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” vesilesi ile bu kadınlara bir kez daha ‘selam olsun’ demek biz kadınların borcudur diye düşünürüm. Çünkü, zihinde başlayıp dilde devam eden ve eylemle en üst seviyeye ulaşan mizojinin, neredeyse insanın varlığı ile başlayan bu nefretin hangi koşullarda olursa olsun bu kadar sürdürebilir olmasının en büyük nedeni ve belki de en acı tarafı bu anlayışa açık veya gizli destek vermiş birçok kadının var olması veya sessizliği ile kabullenişidir. Toplumsal anlamda sadece bugünün değil dünün ve halen görülüyor ki, geleceğin problemi olmaya devam edecek bu sorunu anlamak için insanlara bir fırsat sunan yazar, genellikle Avrupa tarihi üzerinde araştırmalarını yoğunlaştırmış, İslamiyet ve bu dinin yaygın olduğu toplumlardan daha az örnekler vermiştir. Belki ölümü nedeniyle daha kapsamlı bir araştırma yapma imkanı kalmadığından belki de uzak bir kültür olmasının yarattığı bu eksiklik kitabın ‘evrensel’ tarihini biraz tartışılır yapsa da yine de ayrımcılığa savaş açan Holland’ın bu eseri “cinsel şiddete uğrayan, aşağılanan ve eşitlik mücadelesi küçümsenen kadınların çabalarına ve onuruna yönelik bir saygı duruşu” tanımlamasını hak ediyor bence de. Son söz belki de kitabı özetler Holland’dan; “Kadın düşmanlığının tarihi, binlerce yıl sürdüğü için görülmemiş bir nefretin tarihidir. Öyle bir tarih ki, Aristoteles’i Karındeşen Jack’e, Kral Lear’ı James Bond’a bağlar.”
Mizojini - Dünyanın En Eski Önyargısı
Mizojini - Dünyanın En Eski ÖnyargısıJack Holland · İmge Yayınları · 2019308 okunma
·
231 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.