Gönderi

"İnsan Kısadır" şiirine dair inceleme-Adem Öner
Çocukluğun harmanında: “Babaannem derdi ki” Çocukluğun harmanında, geçmiş günlerin anılarda gözler önüne serildiği bu şiirde, “İnsan kısadır” ifadesiyle şiirin önsözü başlar. Hayatın en derin tecrübelerinden: “babaanne”den eser, rüzgâr: Yer yer liriktir. Didaktik bir söylemi babaanne ağzından dinleyen şair, yüreğinin duyarlılık katmanlarında hayatı algılar. Yaşamı biçimlendirmenin ilk heyecanlarıdır, babaannenin söyledikleri. “Babaannem derdi ki: İnsan kısadır oğlum ve bilmezden gelir kısalığını, bilseydi yarışmazdı yollarla, göğe evler yükseltmezdi Nazlı babaannem sözü de uzatmazdı ısrarı da az söyler, usul söyler, pir söylerdi bir de adamın kötüsünü piyade, sözün fazlasını şiir yaparlar derdi...” İnsanın yeryüzünde kısa bir misafir oluşu, şairin 13. yüzyılda Yunus’tan gelen: “Dünya bir penceredir, her gelen baktı geçti.” ifadesiyle aynı enlemdedir, aynı zamanda yaşadığı yüzyılın anlam deryası Âşık Veysel’in: “Var mıdır dünyaya gelip de kalan...” ifadesine de yolculuk yaptırır, çağrışım limanında evrensel bir tema olan “insan”ı sorgulatır şiir vadisinde. İnsanın kendini bilmemesi, istenmeyen eylemlere yol açmaktadır: Yollarla yarışması, göğe evler yükseltmesi insanın kısalığına ters eylemlerdir. Babaannenin uzak olduğu somut gerçeklik olan eylemlerden (göğe evler yükseltmek, yollarla yarışmak) yola çıkarsak: Dünyada göğü delenler, betonarme düşüncelerle çoğalmakta oysa insanoğlu alıp verdiği her nefesle kısalıp azalmakta. Bu tezat panoramada insanın kendini bulması, farkındalık çizelgesinde hayatı yudumlamakla olur. Eskilerin mizacını temsil eden babaanne yukarıdaki eylemleri (göğe evler yükseltmek...) tasvip etmemektedir. Az ve öz söyleyen, ısrarı sevmeyen, usul bilen bir kuşağın yansıması olan babaanne, kökleri derinlerde olan bir ağaç gibidir, şairin iç dünyasında çok özel olduğu “Nazlı babaannem” tamlamasından anlaşılmaktadır. Babaanneyi niteleyen “nazlı” sözcüğüne semantik ve “biyografik” açıdan değinmek gerekir: Etimolojik olarak naz-dan türemiş “nazlı” sözcüğü, “değer verilen sevgili” anlamı da içerir. Şair için babaanne nazı çekilen bir sevgilidir. Şiirde babaannenin nazlı olarak nitelenmesi çocukluk, gençlik yıllarının anılarında derin bir sevgiye işaret etmektedir. Nazı çekilen şeyler yürektedir. Şairin şiirde bahsettiği babaannesinin adı da gerçek hayatta: Nazlı’dır, onunla hayata bakmayı öğrenen 6 kardeşin en köklü türküsüdür: Nazlı Ana. Şair, “Nazlı” sözcüğüyle tevriye sanatına yer vermiş, farklı (yakın ve uzak anlam) gerçek anlamları içermesi bakımından şiire çağrışımsal zenginlik katmıştır. “piyade olduğumu da gördü şiir yazdığımı da küçücük bir büyükanneydi, onu yitirince anladım kısacıkmış her şey, insan kısaymış ağaçtan, ikindiden elmadan, güneşten, kardan, yağmurdan...” Daha önceki dizelerde babaannenin şaire anlattığı: piyade olanlara yüklenen olumsuz algı, sözü uzatanların şiire yanaştıkları gibi negatif düşünceleri, babaanneye torunu çerçevesinden yaşatıldığı şairin dilinden anlaşılmaktadır. Paul Valery'nin: "Şiirde ilk dize Tanrı vergisi, gerisi alın teridir.” sözünden hareketle şiirin ilk dizesindeki “Babaannem derdi ki: İnsan kısadır oğlum.” ifadesi diğer mısraların habercisidir. Şiirde öne çıkan didaktik söylem, babaannenin hayata vedasıyla şairi yakından bulur. Şair, bu acı veda ile her şeyin kısa olduğunu bizzat yaşar. İnsanın dış dünyadaki her şeyden daha kısa ömürlü olduğunu sıralar: ağaçtan, ikindiden, elmadan, güneşten, kardan, yağmurdan... “gölgemiz bile bizden uzunmuş, ya çocukluk o da rüyasından kısaymış meğer, sanki altı kardeş nöbetleşe rüya görsek hepimizden bir çocukluk belki çıkarmış, “bu dünya bir pencere” türküsünü söylerdi de anlamazdık...” Altı kardeşin nöbetleşe rüya görme isteğinin sonucunda, hepsinden bir çocukluk çıkma ihtimalinin olması, “çocukluğa” dönmek istemelerinin nedenselliğinde babaanneye doyamamanın sözcük bağlarında imgeye dönüşmüş halidir. Şair çocukluktan gelen bilimsel bilgileri (birikimini) şiire harmanlayıp dramatik gerçekliğe ulaştırdığını “gölge-rüya-çocukluk” kavramlarının birbirleriyle olan çağrışımlarından sezdirmektedir: İnsanın gölgesi insandan uzundur, rüya kısa bir zaman dilimindedir ama çocukluğun rüyadan daha kısa olması: çocukluk günlerine duyulan özlemi açığa vurmaktadır: Özlem hanesinde ağır basan: babaannedir. Babaanne motifi, çocukluk döneminin vazgeçilmez bir istasyonudur. Babanın ve annenin birleştiği köprüdür babaanne. Onun yitikliği, şairi sözcüklere daha çok yaklaştırmış; acının fazlası şiire dönüşmüştür. Bu anlamda Max Jacob’un : “Biz şairler sözcükleri tek tek yaşarız ama diğer insanların buna vakitleri yoktur.” cümlesi çağrışım limanına gelir. Anlamsal derinliğin yolculuğunda şair, babaannesine şimdiki zamanda uzak düşse de babaanne anılarda hep tazedir. Geçmiş zaman, şimdiki zamana seslenir, geleceği şekillendirir. Babaannenin yokluğu, şairi şimdiki zamanda var olmasını sağlayan ve geleceği oluşturan bir iç çekiştir. Yitiklerden olmak ise edebiyatın varlığındandır. “...Onu yitirince anladım / kısacıkmış her şey...” dizeleri aslında şairlerin sevdiklerini yitirdiğinde hayatın anlamının yaşamak eyleminde (an-ı, anılara dönüştürmek) olduğunu vurgulamaktadır. Yakınlarının ve yitenlerinin ardından yazılmış birçok şiirde içtenlik, benimsemişlik, aidiyet ve acı yatar. Şiir de hüzün içinde çıkar kaynağından. Cemal Süreya’nın “Sizin Hiç Babanız Öldü mü” şiiri, Behçet Aysan’ın “Bir Eflatun Ölüm” şiirinin son mısraları “insanın kısalığı”nı haykıran anlam boyutlarındadır: Metinlerarasılık güzergâhında ilk rehberimiz, iç deniz-(imiz)in çağrışımlarıdır. “değişen bir şey yok hiç ölüm hariç. aynı gökyüzü aynı keder.” Aynı anlamı Didem Madak’ta “Siz Aşktan N”anlarsınız Bayım” şiirinde geçen şu mısralarda görmekteyiz: “Kimi gün öylesine yalnızdım / Derdimi annemin fotoğrafına anlattım / Annem ki beyaz bir kadındır / Ölüsünü şiirle yıkadım...” "Uzaklara gittim / uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin..." Haydar Ergülen’in ilk şiir kitabı, “Karşılığını Bulamamış Sorular”dır. Bu kitabın içindeki ilk soru da bir benimsenmişliğin sonucu olarak ortaya çıkmıştır: “Sahi senden mi doğdum anne?” Niye Şiir Yazıyorum adlı yazısında ise dışa dönük bir sesle : “İnsanlara ve hatıralara bağlılıktan ötürü şiir yazdığım söylenebilir...” tümcesi, “İnsan Kısadır” şiirinin sondajıdır. Haydar Ergülen’in şiirlerinde dostlukları, sevgileri, şair arkadaşları, yakınları yani yüreğinde hissettikleri geniş yer kaplar. Onların yokluğunda hatıralar şairi yazmaya sevk eder, içlerinde anısal belleğin iz düşümlerini bulduğumuz içe dönük dünya şiire yansır: İçten bir anlatımla anar. Lirik bir sesle şiirler örülür. Hatıraları imgeye dönüşen bir şairdir: Haydar Ergülen. İmgeleri yaşamın içinde kendiliğinden doğar, yaşanmışlık olduğundan doğal bir yansımadır şiir vadisindeki sesi. Şairin birçok şiirinde, çocukluğun masum dünyası hissedilmektedir. “Yağmurlu göz şiire bakıyor” şiirinde “Çocukluk, hayatımdan düşen ilk yaprak...” dizesi çocukluğun en erken kaybedilen bir hazine olması yönünden şairin hayatında unutamayacağı anılar yumağının başlangıcıdır. Babaannenin varlığı da hayatın zaman dilimi babında ilk evresi olan çocukluk dönemine denk gelir, hayatın akıp gittiği: yıllarla anlaşılır olsa da babaanne-dede gibi evimizin büyüklerinin yanı başımızda olmamasıyla daha da belirginleşir, Yunus’un dillendirdiği o “pencere türküsü” söyler dünyadaki yerimizi. “...bu dünyaya alıştık, şimdi zor geliyor dünyadan gitmek, bazen rüyama geliyor, kısacık kalıyor, bir gülümseme kadar, “ çok uzatma” diyor “şiiri, kimse anlamaz ve ömrün de uzamaz bundan,” Ardından dünyada zamanla kabullenilen ölümün varlığı, beraberinde getirdiği yokluk olgusu ile yaşamın acı gerçeğinin algılanmasını pekiştirir, şair bu tezat durumlarda (ölümlü) dünyadan gitmenin zorluğuna dikkat çeker. İnsan istemeden gelir dünyaya; doğuşları, sevileri, sevinçleri, hüzünleri oluşur, zamanla her şeye uyum sağlar: Babaannenin bazen rüyalarına girmesi, şair için güzeldir ama rüyaların yüzde beliren kısa bir gülümseme gibi sürmesi şairi üzer. Babaannenin şairin bilinçaltında (rüyalar evresinde) öğretici söylemlerine devam etmesi, daha önce söyledikleri ile örtüşmektedir: “İnsan kısadır, sözün fazlasını şiir yapmak” ve “çok uzatma, şiiri kimse anlamaz ve ömrün de uzamaz bundan” Şiirin önsözü dediğimiz “İnsan kısadır” aslında hayatın da sonsözüdür. Babaanne “İnsan kısadır” sözünü hayatta iken söylemişti, bu sefer rüyada eklenen öğütler, şairi derinden etkiler çünkü babaanne hayatta değildir. Ölümün varlığı yaşanıldığında, hayat acı türküsünü söyletir. “insan yanlışlarıyla büyür, aşkı uzun boylu sanırdım anladım ama, ne zaman, harflerinden de kısaymış aşk, bazen yazıncaya kadar geçiyor, bazen zaman alıyor aşkı içimizdeki ormandan kurtarmak, aşk kısa, şiir uzun, sözgelimi bir ağaç kaybolsa da orman yine orman, ya bir harfi kaybolsa, zaten kaç harf ki insan?” İnsanın hayatı tanıması, yanlışlarından arınması yılların geçmesiyle doğru orantılıdır, insan büyür ve yanılgılarını çözümler: Aşk da bir yanılgıdır, şair aşkın yüzölçümünü uzun sandığı zamanları ardında bırakmıştır, şimdiki zamanda “aşk”ın tek heceli oluşundan hareketle harflerinden bile daha kısa olduğunu kavrar; bazen aşkın kalem kâğıda yazılınca geçebileceğini bazen de etkisinden kurtulmanın zaman alıcı bir derinliğe sahip olduğunu söyler. Metaforlar veya metaforik ifade biçimleri ise aşkı çetrefilli ortamlardan çekip çıkarmayı imleyen “aşkı içimizdeki ormandan kurtarmak”, bazı eksikliklerin içinde bulunduğu koşullara göre fark edilip edilemeyeceğini imleyen “sözgelimi bir ağaç kaybolsa da orman yine orman, ya bir harfi kaybolsa, zaten kaç harf ki insan?” ... olarak ele alınabilir. Ayrıca önceki dizelerde değindiğimiz bir başka metaforik ifade: Babaannenin yokluğunu (nöbetleşe) rüyalarda onu görerek azaltmaya çalışmak, ince bir duyarlılıktır; sevgiye ulaşmanın, hasreti azaltmanın bir başka boyutudur. Şiir: şairin sözcüklerle yaptığı bir dans değil midir? Bu dansta, ahenk ve anlam şiirin varoluşundan beri birliktedir. Şair, sözcüklere kendi nefesinden üfleyip onlara yeni anlamlar yükler. Şiirde vazgeçilmez iki “a” (ahenk, anlam) olduğu herkes tarafından bilinir. 1980 sonrası şiirine baktığımızda imgesel anlatımın öne çıktığı şiirlerde ahenk, anlamın peşinden gelmektedir. Şair Haydar Ergülen ise şiirlerinde imge ve metaforik ifade biçimleriyle anlam labirentlerinde ustaca dolaşan bir anlam işçisidir. Okuyucuya hissettirdiği duygular şiirin benimsenmesi sağlar. Babaannesini yakın veya ırak bir zamanda kaybetmiş birçok yürek, bu şiire yolculuk yapar. Serbest ölçüde ahengi yakalamak daha zor olsa da şiiri okuduğunuzda anlamın yanı sıra şiirdeki dramatik kurgu, yer yer babaanne ağzından öyküleme tekniği ile şiirin bir nehir gibi akmasını sağlamıştır. Yukarıda bahsedilen iki “a” yı asıl değerli kılan şiirde hissedilen içtenliktir. Şiirde 24 dize olması, babaannenin yokluğunun ( gün boyu ) her saat hissedildiğini gizliden vermiş olabilir. Sonuç olarak birçok şeyin farkındalığını edindiği babaanne, her zaman hayat karşısında şairin yanındadır. İnsanın kısalığının buram buram anlatıldığı şiir, şairin yüreğindeki yaşanmışlığın bir neticesidir. Şair Haydar Ergülen’in, “Kuzguncuk Oteli” şiirindeki: “ben bir anıyı ağırlamakla geçen hayatlardanım” dizesinden anlaşılmak üzere; bu şiirin biricik istasyonu, Nazlı Ana’yı her zaman hissedecektir, hissedenler her zaman hayatımızda olsun, anılarla dolduruyoruz yaşamı!.. Adem Öner Dipnot: Bir şiirin peşinden gitmek Bir şiirin hikâyesinin peşine düştüğünüzde şiirin can damarı belirlenir. Gizemli yollardan geçersiniz; şair, yüreğini koyar mısralarına. Attilâ İlhan’ın şiir kitaplarının sonuna eklediği : “meraklısına notlar” bölümü aydınlatır şiirlerin kaderini ama her şair içindekilerinin, gizil dünyalarının bilinmesini istemez; onlar şiirlerinden keşfedilmek isterler. “İnsan Kısadır” şiiri ilk okuduğumda yüreğime konan bir kuştu. Babaannesini kaybeden bir yüreğin avuntusuydu. Şair Haydar Ergülen’in şiirlerinde Ziya Osman Saba içtenliği, Rüştü Onur-Muzaffer Tayyip Uslu dostluğu, doğum gününden bir gün evvel Nilgün Marmara’nın dünyaya vedâsı ve bu nedenle buruk yaşların ardışık hale gelmesindeki Gülten Akın’ın incelikleri vardı; özel bir yolculuktu onun şiiri. Bu şiirde de: Babaanne imgesi sonsuzluğun kapısında bizi bekleyen çiçekler gibidir: Yitikler hanesinde dolu sayfalarımıza her gün bir tane daha ekleniyor: Van Gogh'un yaptığı çiçekleri beğenmeyen kadın: “Benim çiçekler canlı, daha güzel.” deyince gizemli yolculuk Van Gogh şöyle seslendi: “Senin çiçekler yakında solacak ama benim bu çiçekler uzun bir zaman solmayacak, geleceğe uzanacak.” İşte şair Haydar Ergülen babaannesini sonsuzluğa uğurlarken şiirinin kaynağını yudumluyordum: Geç! “Nazlı Babaannem. Bu dünyaya 90 yılını verdi. Çalışkan bir kalbi vardı. Öyle çalışkan bir kalbi vardı ki, dünyanın, makinelerin, insanların gürültüsünden babaannem bir türlü sesini duyuramıyordu ona. Nihayet bir gece nasıl bir çığlık attıysa, kalbi onun sesini işitti. Bense bir trenin içinde, demek ki ömrümün en gürültülü treniymiş, onun kalbine yetişmeye çalışıyordum. Hiçbirimizin duymadığı o sessiz çığlığı, o içten duayı yalnızca melekler işitmiş. Hem zaten duymak, meleklerin işi değil midir? İki aydır aklımda, zihnimde o belirsiz an, o bulanık teselli: Gözlerine yetiştim, henüz açıktı. Kalbine yetiştim, sonsuzluğun gücüne çıkmadan biraz uyumak istiyordu, ellerine yetiştim, çocuğum gibi sevdim, okşadım, öptüm onları, gövdesine yetiştim, göğsü, karnı açıldıkça benden utanıyordu. Sesine yetişemedim, sesindeki şikâyetsiz harflerin sevincini göremedim: “Soluğum çıkmadan gel” demişti bana. Geldim, yetiştim! Elbette yetişilir her yere geç kaldıktan sonra! “ (Bu şiir incelemesi, Bambu dergisinin 31.sayısında Kasım-Aralık sayısında yayımlandı.)
·
505 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.