"Yunan mucizesi" olarak adlandırılan bir efsane vardır. Buna göre eski çağlarda (buna Antik Dünya deniliyor) dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insan toplulukları arasında Yunanlılar aniden bir sıçrama göstermiş, hem felsefeyi hem bilimi kurarak insanlık tarihindeki etkili hamlelerini yapmışlardır. Bunun nasıl olduğu, neden Yunan'da olduğu, Yunanlı olmanın bununla alakasının en olduğu gibi sorular cevaplanmaz; zaten bu yüzden, olağanüstü bir durum olduğu, açıklanamayacak bir gelişme olduğu ifade edilmek istendiği için "mucize" deyimine sığınılır. Bu şekilde durum, sebebinin anlaşılamayacağı, övgüye değer, şaşırtıcı bir anlatıya indirgenir.
Modern Batılı kendisini Doğulu öteki üzerinden okuma alışkanlığını (oryantalizm) da tâ o tarihlerden alır. Aslında birkaç bin yıl önce de Batılı (Yunanlı) insanın insanlık denen büyük yapı içerisinde kendine has özellikleriyle ayrıştığı, hariçte kalanın (öteki) daha o tarihlerde bile "Barbar" olarak nitelendirildiği gösterilmek suretiyle savunulur. Bu sapkın okumada sorun çıkaran bir tek ortaçağ vardır (Hıristiyan düşüncesi); ona da bir formül bulunur: Batılı insan nasıl olmuşsa Batılılık vasıflarını unutarak kısa süreli bir karanlık döneme girip çıkmış kabul edilir. Bu süre zarfında Müslümanlar Antik Yunan birikimini muhafaza edip günü geldiğinde tekrar Avrupa'ya aktarmakla tarihi "iletim" misyonlarını yerine getirmiş olurlar. Zaten Batılı efendilerin, bunun haricinde biçtikleri herhangi bir değer de yoktur onlar için.
Son dönemlerde, bilhassa son birkaç on yıldır bu saçma sapan tarih okuması (aslında bir bilim olarak "tarih" zaten bu saçmalığı kurgulamak için icat edilmiştir) ağırdan iç eleştiriye tabi tutulmuş, yavaş yavaş kimi görüşlerin sivri uçları törpülenmeye başlanmıştır. İlginçtir, bunu yapan da aynı Batıdır; Batılının yok sayarak aşağıladığı "öteki" değil. Böylece "Yunan mucizesi" sorgulanmaya başlanınca, dönemin farklı medeniyet havzalarına göndermeler yapılmaya başlanmıştır; bilhassa yakın havza olmaları dolayısıyla Mısır ve Mezopotamya'ya.
Jean Bottero, böylesi bir geçmişe sahip Batılı bakış açısı halkasının sonlarında yer almaktadır. O yüzden kitaptaki değerlendirmeler Batılı bir kafa için abartılı ya da kabul edilemez görülebilir. Çünkü Bottero "Yunan mucizesi" saçmalığını reddetmek bir yana, dilin, bilimin, yazının ve yazı kullanımının hiç de Yunanlılara mal edilebilecek şeyler olmadıklarını onyıllarını adadığı çalışmalara dayanarak ortaya koymaya çalışmaktadır.... Pratik bir uygulama olarak bilimi Yunan'dan binlerce yıl öncesine, Babil'e mal etse de, Bottero bilim pratiğini teorikleştirme (soyutlamalar yoluyla ilkeler türetme) şerefinin yine Yunanlılara ait olduğunu da belirtir.
Kitaptaki temel tezlerden birisi, büyücülük ile bilim arasında kurulan ilişkiyle alakalıdır. Dönemin din adamlarının (rahipler), günümüzde adına bilim insanı denilen kimselerin o dönemki karşılıkları olduğu vurgulanır. Çünkü hem bilgiler edinmekte, hem kayıtlar oluşturmakta hem de bunları insanların meraklarını ve pratik ihtiyaçlarını karşılamakta kullanmaktadırlar.
Kayda değer bir diğer tez bilimin (ne kast edildiğine göre kavram sayısız anlam alabilecek kaypaklıktadır) Antik Yunan'dan sadece önce değil, birkaç bin yıl önce Mezopotamya'da (Babil'de) uygulanan bir pratik olduğudur. Onlar MÖ 3000'lerden başlayarak yazıyı kullanmış, yaşamın çeşitli alanlarına dair kayıtlar tutmuş, doğaya dair çeşitli ölçümler yapmışlardır. Dahası, bunları, belirli bir anlayışla, bir dünya görüşüyle ortaya koymuşlardır.
Bunlar haricinde kitaptaki değerlendirmelerin antropolojik çalışmalarla elde edilen binlerce yazılı Babil tabletinin çözümlenmesine dayanması, Babillilerin 4-5 bin yıl önceki yaşamlarına dair veriler ve çıkarımlar içermesi ve yazarın anlatım tarzı da çalışmaya artı değer katan hususlar olarak kaydedilebilir.
İyi okumalar.