Ben Milinski. İvan Milinski. Galata’da çiçek pasajında çiçekçi dükkanım var. İşler beni doyuracak kadar iyi. Ben de iyiyim. Ama güzel değilim. Gulyabânî gibiyim. Koruk yemişçesine ağzım lekeli, vücudum şekilsiz, yüzüm dağınık. Ve şair dostlarım var. Ece var, sürekli yanıma uğrayan, beni iyi tutan. Ama o iyi değil. Şair ve romantik. İyi olmak ona yakışmıyor zaten. Memnuniyetsizlik onun hakkı. Ama canını sıkan başka bir şey var: Mübeccel. Mübeccel Galata’nın ahusu. Bir güzel avrat otu. Ece de ona aşık. Ama Mübeccel ona aşık mı? Bilmiyorum, bilmiyoruz. Bilmeli miyiz, nasıl bileceğiz? Bunun için yanıma geliyor. Mübeccel bazı günler benim gibi çiçekçi babasına yardım etmek için pasaja geliyor. Ece de geliyor pasaja. Ama Ece için bu durum zor. Ece’nin çiçeklerle arası iyi değil. Ha bire hapşırıyor. Gözleri yaşarıyor ve kaşınıyor. Ama yine de geliyor. Oturuyor dükkanımın önündeki tabureye. Başlıyor biteviye hapşırmaya. Mübeccel de sever beni. Öyle değil. Arkadaş olarak, abi olarak. Sever muhabbetimi, kötü aksanımı. Bana acıyor da olabilir, şekilsizliğimden. Ya da Ece’yi görmeye geliyor olabilir. Geçen geldi bize onikisinde deli olan kardeşlerini anlattı. Ece tekrar âşık oldu ağzından dökülen kelimelerle. Benim beynelmilel çiçek fuarına çiçek götürmem lazım, dedim Ece’ye. Yarın benim yerime aç dükkânı, uzak kalma Mübeccel’den ve hapşırmalardan. Kabul etti. Üç gün fuara gittim. Çiçek sattım, para kazandım. Üç günün sonunda pasaja gittim. Özlemişim dükkânı. Pasajda bir ağırlık var. Herkes sessiz ve işinde. Dükkânın içi bira şişeleri dolu. Ece yok. Sordum, soruşturdum. Ne var ne yok? Mübeccel yokmuş. Mübeccel dün Galata’dan Üsküdar’a geçecekmiş. Karaköy’den kayığa binmiş. Arsız kayıkçı Mübeccel’e saldırmış. Mübeccel dayanamamış, Kız Kulesi’nde kendini sulara atmış. Bira şişelerinin sebeplerini anladım. Ece’yi aradım ulaşamadım. Çiçek pasajındaki dükkanımı açtım kapadım. Muhabbetsiz, boş ve şekilsiz dükkânda kalakaldım. Geceleri dışarı çıktım. Bir gece Ceneviz kerhanesinden geçtim. Ece’yi gördüm. Yüzü gölgeli ve çökmüş. Sarıldık birbirimize. Neredesin, nerelerdesin, dedim. Cevap vermedi. Göz göze geldik. Gözleri yaşarmış. Çiçeksiz ve Mübeccelsiz devam edecekmiş yaşamaya. Elime bir kâğıt tutuşturdu. Bir buruşuk kâğıt. Başlığında Galata Kantosu:
Benim hiç Çin'de bir ablam olmadı
Hiç çiçekçi dükkânım İvan Milinski
Üç Galata gecesi Ceneviz kerhânesinde
Boyalı kunduralarıma büyük erkekliğime baktı kaldı
Dişleri kâmilen altın dövülmüş bir kadının yüzü
Peki bu Güzel Avratotu da kim yahu?
Oldum olası ayakta bira içiyor
Galiba yine yüz kişi ütülemiş kayıkta kızcağızı
Biliyorsun işte bira içerken vergi vermek gücüme gidiyor arkadaş
Hem ne demeye o Güllü Agop ukalâsı otobüs paramı çekecekmiş
Eve gitmek istemiyorum pazarlık ederiz hamamda yatarız
Ulan git şimdi milli gelirden söz açma bana defol bas git yıkıl
Mübeccel Mübeccel ben ben olayım da seni hiç anlamayayım ha
N'olur uzat bacaklarını Galata'dan denizlere uzat uzat da
Zırlamadan anlat on ikisi de deli olan kardeşlerini Mübeccel
Anlat kimlerin yüreğinde Kız Kulesi gibi grev çivileri var
Kimler boş sarnıçlara iğilmiş ha bağırır ha bağırır
Sen kahırlanma bana gözlerim Çin'de benim çiçek bahçelerine kaçmış
Benim hiç Çin'de bir ablam olmamış hiç çiçekçi dükkânım olmamış
Geceleri Galata'da gülerken bacaklarımız uzamış alıştık artık ölüme
Diyeceğim şu İvan Milinski: ölüm için ayırdık geceleri gülerken
Galata'da
Ben, İvan Milinski. Çiçekçi. Yaşadım.