Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Şubat Ayı hikâye etkinliği kapsamında yazılmıştır. SONBAHARIN SONU Beş raflı kitaplıkta yaşayan biri ciltli diğeri karton olmak üzere yalnızca iki kitap var. Kitaplar yalnızlık hissetmezler çünkü öğrenme tutkusu sayesinde edindikleri çoğul türküleri vardır. Birbirlerine sahip oldukları farklı hikayeler anlatırlar. Ortak okumaları sayesinde akıllarında başka başka hikayeler canlandırdıkları olur. Evde ciltli ve karton kitabı okuyan insanın adı Kemal, yalnız yaşıyor, okuduğu kitapları ihtiyaç duyan kimselere vermiş. Televizyon kitaplığın tam karşısında Kemal film veya belgesel izlemek için açtığında uykusuz değillerse kitaplarda izler, müzik dinlerler: Fahir Atakoğlu, Charlie Parker. O yazdığı hikayeleri kendi kendine seslendirdiğinde şiirler de dahil olmak üzere pek hoşlarına gidiyor bu durum. Böylelikle sahaftan alındıktan sonra bırakıldıkları kitaplıkta canları sıkılmıyor, mutfakta, balkonda, salonda yatak odasında evin her yerinde Kemal onları bazen yanına alıyor. Çünkü ikisi başucu diye tabir edilen kitaplar. Birbirine dostça yaslanmış iki kitabın ikisinin gözlerinin içi gülüyor ve en önemlisi de hiç yorgun değiller. Ortalarda kendi başlarına dolanmıyorlar belki ama işe yaradıkları her hallerinden belli. Çevrelerini bir hale gibi aydınlatıyorlar. İkisi de bilgiyle yüklü geçmişleri parlak gelecekleri de. Kendilerine ihtiyaç duyanlar sık sık onlarla ahbap olmuş el üstünde tutmuşlar bazı kereler, gururlu bir halleri var. Bilgi küpü olmanın ve içlerinde bir hayat barındırmanın deneyimli kıldığı ruhla dolular. Geçen zamanla biraz yıprandıkları bariz belki, bazı yapraklarının sarardığı olmuş, yağan yağmurun içine işlediği için kabaran sayfalara sahip olmaları gibi, kirli parmakların üzerinde bıraktığı lekeler yahut sıçrayan minik sos lekeleri gibi şeyler… Zamanın öğütücü gücüne karşı yine de benzersiz biçimde ayakta kalabilmeleri onları değerli kılıyor. Başlarına gelen onca badireye rağmen ışıklarını kaybetmeden saçmaya devam ediyorlar. Ne de olsa kitaplar hiç gocunmaz her zaman hazır ve nazırlar, onlarla konuşmak mümkün. Kitaplardan fikir alabilir ve kendinle tartışabileceğin fikirlere sahip olabilirsin. Kitap onu kaleme alan yazarla iletişim kurmanın bir aracı şüphesiz. Böylelikle çağlar öncesinin sesi soluğu yankılanır, Dünyada hemen her şey tuzla buz olur değişirken, yitimsiz şeylere duyduğumuz ulaşılmaz şeylerle bağ kurmamız için ideal bir yoldur bu. Birbiriyle çatışan kitapların hikayelerine tanıklık ederiz bazen de kimi zaman da birbirine hoşgörüyle bakan yol arkadaşlığı yapanlarınkine rastlarız. Dolayısıyla her birinin bir adı farklı bir kapağı rengi ve öyküsü vardır, kimi az kimi çok tanınır, oysa onlara sorsanız kaşıntı yaptığı için kitaplar en çok etiketlerinden kurtulduklarında rahatlarlar. Kemal evden çıkmak üzere oturma odasına göz attı unuttuğu bir şey olmamasını umarak yanına alması gerekenleri hep unutur sonra geri dönerdi anahtarını kontrol etti montunun sol iç cebindeydi. Sonra banyoda kısa bir an aynanın karşısında kendine baktı ve dışarıda aldı soluğu. Balkonda oturup kırılan bulutların arasından gülümseyen güneşin yolları geçici bir süreliğine aydınlattığı dakikalarda sosyal hayatın dışarıdan görünümünü izliyordu. Böyle son kez öyle yaptığında - ki şimdi bu sırada olmuştu - açık kalan balkon kapısı o aynanın karşısındayken küçük bir yel ile sessizce örtülmüş ama tam kapanmamıştı, Kemal evden çıkarken bir sorun görmemişti. Bu nedenle o gittikten 15 dakika sonra zemin katın balkon korkuluğuna bir sıçrayışta çıkan sokak kedisi, vuran ani bir rüzgarla tekrar balkon kapısı açılan eve sessizce süzüldü. Kitaplar, onu fark ettiklerinde olabilecekleri tahmin etmekte gecikmeden beklenmeyen misafiri tedirgin bir merakla süzdü. Terk edilmiş kara bir ev kedisi ev ortamına alışıktı ve az sonra evi terk edilmiş bulduğunu iyice anladıktan sonra mutfağa süzülüp bir pençe hamlesiyle buzdolabının kapısını açıverdi. Vejetaryen mutfağı olmadığını kokulardan anlamıştı bir kere sonra zemine dökülen süt tavuk ne bulduysa yumuldu. Onu takip eden iki kedide peşinden içeri girmişti ve ev tam bir savaş alanına dönmüştü, yırtılan tül perde raflardan düşen büst ve iki kitap kıvrılan halılar köşedeki oturma masasında devrilmiş duran çiçek vazosu. Kemal, tutkulu bir okurdu çoğu tutkulu okur gibi okuma alışkanlığına küçük yaşta başlamıştı soyut düşünme yetisi erişkinliğe eriştiğinde yeteneklerinin doğal bir uzantısı haline gelmişti. O yetişkin, şimdi bozuk bilgisayarları tamir edebiliyor, su tesisat tamiratıyla ilgili sorunları giderebiliyordu kendi bölgesinde üyesi bulunduğu satranç kulübüne ilgiyi üzerinde toplayarak katıldığı turnuvalarda kupalar havaya kaldırıyordu. Okulda başarısız biriydi öyle ki orta öğrenimini yarıda bırakıp uzun zaman önce ayrılmıştı, okul ortamındaki kimi anlayış eksikliğinden kaynaklanan atmosferle ailesindeki çalkantılı durumlar bunda etkili olmuştu diyebilmek mümkün. - babasını annesini uzun bir zaman önce talihsiz bir trafik kazasında kaybetmişti - Tek başına yaşayan dedesi usta bir aşçıydı, çoğu şeyi ondan öğrenmişti, kitap sevgisini yalnız yaşamanın inceliklerini, aşçılığı. Satranç, elektronik onun için büyük bir merak ve gizemdi kendisini geliştirmesi için kimse ona yardımcı olmadı. Yine dediğim gibi bir taraftan bilim adamlarının kitaplarını okuyor, bu sırada da elektronik ev aletlerini söküp yeniden takmaya çalışıyor çoğunlukla bozuyordu. Yine o zamanlar hırdavatçıdan aldığı metal kilitli takım çantasını iş aletleriyle doldurdu, çalışma tezgahı haline getirdiği mutfak masasında kirli iş önlüğü veya kir pas tutmuş yağlı elleriyle bazen bütün gün ve geceler boyunca çalıştığı olurdu. Eski zamanlardan kalma bozuk mini fırınlar, masaüstü bilgisayarlar, buharlı ütüler vs. türlü elektrikli ev aletleri tamir ettiği çok olmuştu. Hep hatıralarında yaşayacak dedesini yüksek tansiyon sonucu ani biçimde kaybettikten bir süre sonraysa yani - şu sıralar açtığı - tamiratçı dükkanında iş yapmaya başlamıştı. Kemal telefonunu üzerinde taşır ve kendisini aradıklarında adrese gider tamiratını yapardı. Pazartesi günü arayanlara ancak sonraki gün gelebileceğini önemli bir işi çıktığını söylemişti. Öğlen 12.00’de buluşmak üzere Ayşe ile sözleşmişlerdi. Ayşe ile hiç yalnız kalmamışlar hep arkadaş ortamlarında buluşmuşlardı. Kemal ısrarlara dayanamayarak şiirlerinden birini okuduğu günlerden birinde daha sonra Ayşe ile hikaye yazarları üzerine konuşmuşlardı. Bu arada ikisi birbirini tanıma arzusuyla sürekli süzmüşlerdi. Ayşe şiir seven birine benziyordu, edebiyatı sevdiği de anlaşılıyordu. Kemal kısa saçlı, bedenen zayıf, bilge bakan biriydi. Sonbaharda hep aynı kıyafeti giyerdi: gri yün palto, beyaz bir gömlek, çizgisi belirsizleşmiş siyah kumaş bir pantolon ve siyah çizmeler. Sigara içmezdi alkol ise bazen soran olursa dediği gibi ''Sağlığım için bir duble’’ o kadar. Tıraşlı bir yüzü vardı, Sabahattin Ali gibi yuvarlak gözlük takardı. Ayşe'nin ensesinin üzerine düşen kısa küt saç modeli vardı. Doğal sarışındı yeşil gözlüydü gençliğin masumiyetine yakışır temiz ve enerjik bir gülüşü vardı. Üniversiteden kız arkadaşlarıyla aynı daireyi tutmuşlardı. Kemal ile Ayşe, ikisi de yirmili yaşlarındaydı aralarında boy ölçüsü olarak on santimlik bir mesafe söz konusuydu, fazla değil. Ayşe’nin beyaz kabanı içinde atkısını boynuna İtalyan düğümü adı verilen sitille bağlamış olarak çıkageleceğini düşünmüştü. Saat, sinema binası önünde Kemal beklerken 12.00’yi bulduğunda yelkovan 10’u gösterdi sonra 20’yi. Sonra Kemal çekip gitti, eve döndüğünde ortak arkadaşlarından birinin aracılığıyla öğrendi, - yol üstü olduğu için o uğramıştı – Ayşe hızla zenginleşen bir endüstri patronunun çocuğunun evindeki doğum günü partisine gitmişti o gün bu nedenle buluşamamışlardı. Haberi veren ‘’Unut Ayşe’yi onun aklında başka biri var.’’ demişti. O da ‘’Kendi bilir’’ demişti. Dikkatle baktığında üzerinde pençe izleri durduğu anlaşılan kitaplarını yerden kaldırıp kitap rafına koymuştu, – bu sırada mutfak kapısından içerisini havalandıran rüzgar tül perdeyi şişirip indiriyordu - ışıkları açmadan kendisini koltuğa bırakmadan önce perdeyi sonuna kadar açmıştı. Çimenli tepe akşam karanlığı içinde giderek gölgelere batıyordu. Bulutlar sessiz ve sakin akıyordu. Cennet manzaraları sunuyordu Dünya. O gün - eve dönüşte yürürken deniz yolunu kullanmıştı - denizin kıyısında fark etti genç adam Dünyanın güzelliklerini, Dünyadaki Dünyadan uzak yaşamaya itilmişlerden biri gibi hissederek diğerlerinden farkı kitaplarla sağlam dostluklar kurmuş olmasıydı. Denizin bugün vahşi bir çekiciliği vardı dün durgun bir göl gibiydi. Bu iki duygu durumu arasında gidip gelirken, karanlık odaya çökerken sanatsal gerçekliği içine çektiğini duyumsuyordu. Belki yaşam amacının bu olduğunu geçirdi aklından - olup bitenleri tartarken. Kitaplar ise Kemal kendilerini kaldırıp rafa koyduktan sonra düştükleri durumu düşündü, kedilerin ortalığı tozu dumana katmış olmasını falan. Durumu Nazilerin toplu kitap yakma eylemi kadar vahşi olmadığı için yine de olgunlukla karşılamasını bildiler. Eve döndüğünde ise henüz karşılaştığı manzarayı tam analiz edememiş gözüken Kemal adına ise üzüldüler. Kemal, attığı her adımda Henry James'in, ‘Pandora’ isimli kitabında sıklıkla geçen sosyal statün nedir? Sorusuyla baş başa kalmış hissediyordu. Yeteri derecede yakışıklı bir yüze sahip olmayışı üzerine giydiği günlük kıyafetlerin sıradanlığı dolayısıyla bağımsızlığına düşkün hanımlar üzerinde olumlu bir etki bırakmıyordu. Bu noktada Cesare Pavese'nin bazı tespitlerine hak verir hale geliyordu. Aslında Kemal’in yakışıklık konusundaki değerlendirmesi de doğru değildi, yalnızca o bu yönde kuşku taşıyordu o kadar. Henüz okumadığı Emma Goldman olsa, büyük ihtimal onun bağ kurmakta kendinden kaynaklanmayan zorluklarına ‘’Püritenizm bu’’ derdi.
··
100 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.