Gönderi

188 syf.
·
Puan vermedi
BERNHARD SCHLINK/ OKUYUCU(roman)çev: Cemal Ener, İletişim yayınları Zaman İkinci dünya savaşı ve hemen ertesidir. ‘’On beş yaşındayken sarılığa yakalanmıştım. Hastalık sonbaharda başlamış ve ilkbaharda geçmişti.’’ Bu cümlelerle başlıyor roman. Bunları söyleyen romanın ana kahraman Michael Berg’tir. On beş yaşında bir lise öğrencisidir. Hasta olduğu günlerin birinde eve gelirken kusmuş ve kötü duruma düşmüştür. O an orada bulunan otuz altı yaşındaki Hanna Schmitz isimli kadın ona yardım eder ve evine kadar götürür. Kitabın birinci bölümü Michael’in kendisine yardım eden kadından etkilenip sık sık onu evinde ziyaret etmesiyle başlar. Aralarında epeyce bir yaş farkı olsa da Michael bu güzel kadından hoşlanmakta hatta onu arzulamaktadır. Evine her gidişinde onu dikkatlice incelemekte ve hayranlığı, tutkusu gün geçtikçe artmaktadır. Kadın da bunun farkındadır. Bir ziyaret sırasında kadın iç odada giyinirken Michael onu izler: ‘’ …Gözlerimi alamadığım şey bu değildi. O poz vermemiş, işve yapmamıştı. Başka zamanlarda da böyle bir şey yaptığını hatırlamam. Bedeninin, duruş ve hareketlerinin yer yer hantal bir izlenim bıraktığını hatırlıyorum. Böyle hantal olduğu için değil. Daha çok bedeninin içine çekilmiş, bedeninin kendi haline ve beyninin emirlerinden etkilenmeyen dingin ritmine bırakmış ve dış dünyayı unutmuş gibi görünüyordu. Çorabını giyerkenki duruş ve hareketlerinde de aynı dünyayı unutmuşluk vardı. Ama orada ağır, hantal değil; akıcı, zarif, baştan çıkarıcıydı. Göğüsler, popo ve bacaktan kaynaklanmayan, tersine bir bedenin içinde dünyayı unutmaya çağıran bir cazibe.’’(18) Bir başka ziyarette Michael ve Hanna arasında ilişki başlar. İkinci bölüme kadar roman garip davranışları olan Hanna ile Michael’in inişli-çıkışlı ilişkisini ele alır. On beş yaşındaki gencin otuz altı yaşındaki bir kadın tarafından cinsel olarak olgunlaştırılması, gencin bu deneyimler sırasındaki karmaşık duyguları ve hiç bitmeyen arzusu, tutkusu işlenir. Kadın gencin kendisine sesli olarak kitap okumasını ister ve bunu çok sever. Michael de ona sürekli kitap okur. Michael başlangıçta Hanna ile bu tür bir ilişkiyi sorgulasa da sonradan sahiplenir, hatta sürmesi için her şeyi yapar ve ilişki bir biçimde ömür boyu sürer: ‘’ Ahlaki eğitimim bir anlamda ters mi tepmişti acaba? Eğer arzuyla dolmuş bakış, arzunun doyurulması kadar kötüyse; eğer isteyerek hayal kurmak, hayal edilen edim kadar kötüyse- o halde neden doyurulmasın o arzu ve neden hayal edilmesin o edim? Günahkâr düşüncelerimden kurtulamadığımı her geçen gün görüyordum. O zaman günahkâr edimi de arzular oldum.’’(20) Romanda olaylar, bu minvalde akarken Hanna bir gün habersizce Michael’i terk eder, o şehirden de arkasında adres bırakmadan taşınır. Bu terk ediliş Michael’i çok etkiler, zihninin bir yerinde her zaman o vardır. ‘’ “Bazen sonu acı verdiği için bile mutluluğa sadık kalmaz bellek. Gerçek mutluluğun yalnızca sonsuza kadar sürmesi beklendiği için mi? Bilincine ve farkına varılmamış bile olsa, ancak daima acı vermiş bir şeyin acıyla sona erebileceğine inanıldığı için mi? Ama bilincine ve farkına varılmamış acı nedir ki?” Michael büyür, hukuk fakültesine başlar ve kurmaya çalıştığı diğer ilişkilerde de Hanna’yı aramaya devam eder, onu unutamaz. Bu yüzden başka ilişkileri de başarısız olur. Hanna’nın kokusunu, vücudunu, tavırlarını, cinselliğini arar. İkinci bölüm de bu gelişmelerden sonra başlar. Michael hukuk fakültesinde okurken hocaları onları bir grup Nazi suçlusunun yargılandığı davalara götürürler. Michael o suçlular arasında Hanna’ya rastlar. Hanna ölüm kamplarında kadın tutsakları kontrol eden SS’lerden biridir. Kamptan her ay 60 kadın ölüme gönderilir ve bunlar Hanna gibi görevliler tarafından seçilir. Savaşın son gününde içinde Hanna’nın da bulunduğu görevliler, tutsakları bir kiliseye kapatır üzerlerini de kilitlerler. Kilise bir uçak tarafından bombalanır ve kadınların ikisi hariç hepsi yanarak can verir. Suçlamalar da bu yöndedir. Yargılamalar oldukça uzun sürer, Michael her gün davayı izlemeye ve Hanna’yı uzaktan da olsa görmeye gider. Davanın nasıl biteceğini ve Hanna’nın gerçekten suçlu olup olmadığını öğrenmeye çalışır. Dava sırasında Hanna’nın okumasının yazmasının olmadığını ve bu yüzden kendini iyi savunamadığını, bunu bilen diğer tutsakların da suçları Hanna’ya yıkmaya çalıştıklarını fark eder. Michael müthiş bir ikilem içindedir. Bir taraftan Hanna’nın bu korkunç suçların cezasını çekmesini ister diğer taraftan da kendini savunabilmesini, suçlu olmadığı yerlerde aklanabilmesini ister. Hanna’nın ‘Oğlancık’ diye çağırdığı Michael için bundan sonrası vicdanıyla, bedeniyle, bilinciyle sürekli bir savaş halinde olduğu bir dönemdir. Michael doğru olanı yapmak ve adaleti sağlamak arasında kalır. “Eğer insan öteki için neyin doğru olduğunu ve ötekinin bunu görmemekte direndiğini biliyorsa, onun gözlerini açmayı denemelidir. Son sözü ona bırakmalı, ama onunla konuşmalıdır; onunla, onun arkasından bir başkasıyla değil.” Birinci tekil kişi anlatımlı hikâyede anlatıcının sade ve dolaysız anlatımı ile suç, ahlak ve vicdan kavramları sorgulanıyor. Savaş sonrası neslin Nazi dönemiyle yaşadığı iç hesaplaşma Bernhard Schlink’in iki tarafa da mesafeli duran tarafsız anlatımıyla işleniyor. Görünenin ardında hep ve mutlaka başka gerçekler vardır. Bu gerçekler özellikle olağanüstü dönemlerde tümüyle göz ardı edilse de mutlaka buna dikkat çeken çok daha hassas bir yürek vardır. Michael, Hanna’nın suçlu olduğuna ve cezasını çekmesi gerektiğine inansa da en zor anlarda dahi daha büyük bir gerçeğin altında ezilmeye mahkûm başka gerçeklerin olduğuna dikkat çekmeye çalışmaktadır. Üçüncü bölüm son bölümdür. Hanna ceza almıştır. Michael evlenmiş fakat evliliğini sürdürememiş boşanmıştır. Hanna cezaevindeyken Michael kasetlere hikâyeler okuyarak ona gönderir. Bunu, cezasını çektiği on sekiz yıl boyunca yapar. Sonrası sürpriz, birazını da okuyucuya bırakmalı… 2008 yılında sinemaya uyarlanan bu başyapıtta Hanna Schmitz karakterine Kate Winslet hayat verirken Michael Berg karakterini ise Ralph Fiennes canlandırmakta. Bernhard Schlınk, hukukçu bir akademisyen ve yazardır. Önceleri dedektiflik romanları yazsa da onu üne ve ödüllere kavuşturan romanı ‘Okuyucu’ olmuştur. Kırkı aşkın dile çevrilen Okuyucu, 20. Yüzyıl Alman edebiyatının en parlak romanlarından biridir. Sonuç: Gerçekten nefes kesici bir roman, hiç elden bırakmadan bir solukta okuyacağınız bir eser. Schlınk, klasik bir konuyu hiç ele alınmamış, özgün bir biçimde sunar ve bu da romanın değer kazanmasında önemli bir rol oynar. Ancak romanın bu çevirisi pekiyi değil. Anlatım bozuklukları ve gramer yanlışlarıyla dolu. Ayrıca ifadelendirmeler de zayıf… Yine de mutlaka okunmalı, derim…Filmini romanı okuduktan sonra izlemek de daha doğru olur sanırım. İyi okumalar…
Okuyucu
OkuyucuBernhard Schlink · İletişim Yayıncılık · 20143,249 okunma
·
21 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.