Gönderi

375 syf.
·
Puan vermedi
Gırnata ya da Ben-i Ahmer Devleti olan bir islam devletinin son zamanlarından başlıyor anlatmaya kitap. 1480 li yıllar. Tarihin bir noktasına sabitliyor bizi. Daha önce hiç duymadığım bu devletin nasıl yıkıma gittiğini işliyor. Gırnata devleri henüz yıkılmadan bahsi geçen bir adamdan bahsetmek istiyorum. Adamın adı "Estağfirullah" ve verdiği vaazlarda Allah'ın gazabının üstlerinde olduğunu, dinsizlik yüzünden bu halde olduklarını anlatıyor. İlginçtir ki bugün de hala başımıza gelen musibetlerde bu yorumlarda bulunuyoruz fakat bence yanlış olduğunu addettiğim bir durum var. Dinsizlik denilen şeyin sadece sanki fiziki durumdan mevcut olduğunu ileri sürüyorlar. Halbuki asıl dinsizlik önce insanlığımızı, ahlâkımızı terkimizden başlıyor. O dönemde anlaşılıyor ki hristiyan toplum birileri seviye top tüfek kullanırken müslüman toplum granada bunu lanetliyor, yanlış buluyor ve topraklarını savunmak için sadece Allah'a inanıyorlardı. Deveyi bağlamayı hep unutuyorlardı da tevekkül etmekten başka bir şey yapmıyorlardı. Sanırım islamı cahiliyeye davet eden biz müslümanlardan başkası değiliz. Gırnata halkı müslüman olarak geçiyor ama hristiyan ve yahudilerin de bir arada yaşadığı bir toplum. Kral Ferninand ve eşi Isabella'nin eline geçene kadar uyum içinde yaşadıklarını anlıyorum. Fakat Ferninand geldikten bir kaç ay sonra ilk işi Yahudiler. Hâlâ bana okuduğum kitaplarda ilginç gelir. Yahudiler hep azınlıkta ve hep istenmeyen. Bu arada başrolümüz Afrikalı Leo. Hasan. Hasan ve ailesinden bahsetmek istiyorum. Hasan'ın annesinin adı Selma, babasının adı Muhammed. Bunlar hala dayı çocukları. Ve eve öncelikle köle olarak anılan Hristiyan Verda. Sonra Muhammed'le evliliğinden olan Meryem var. Roman bu karakterler etrafında çevriliyor. Granada'dan taşınan bu aile Fas'a yerleşiyor ve orda başlarına gelen maceraları anlatıyor. Bu maceralara uzun uzun değinmek istemiyorum. Fakat Hasanın kardeşi Meryem'in evliliğini durdurmak için verdiği mücadele beni çok duygulandırıyor. Genel anlamda bir gezi kitabı okuduğumu da düşündüm. Fakat coğrafya ve tarih bilgim az olduğundan idrakım ve merakım hayli azdı. Bu yüzden benden kaynaklı olarak bu akıcı romada hayli sıkıldığım yerler oldu. Kitap 4 ayrı bölümden oluşuyor. İlk kısım Granada idi. İkinci kısım Fas. Üçüncü kısım ise Kahire idi. Bu üçüncü bölümü bitirdiğimde tarih bilgimin en fazla olduğu yerin Kahire ile ilgili anlattığı bölüm olduğunu anladım. Çünkü İskender Pala'nın Efsane adlı kitabında öğrendiğim bilgiler burda da karşıma çıkıyordu. Fakat burda öğrendiğim ilginç bir bilgi vardı Yavuz Sultan Selim'in binlerce çerkezi öldürmesi. Ve memlûklarla olan savaşını pek anlamlandıramadım. Her iki tarafın da müslüman olması ve savaşması beni üzen konulardan oldu. Son kısım ise beni bilgiye boğan, çoğunu hafızama alamadığım çok fazla tarihten oluşuyordu. Tarihi olaylardan. Evet bir kısmına hakim olduğumdan zevk aldığım yerlerde vardı fakat genel anlamda çok yoruldum. Osmanlı yükselme döneminde iken Avrupa büyük bir çıkmazdaydı. Martin Luther King'in yayınladığı bildiri tüm hristiyan toplumu harekete geçirmiş Papa'nın önemi olabildiğine azalmıştı ve bu bildiri tüm Avrupaya yayılıyordu. Zaman zaman kitapta Michalangeo ve Raffeolo'dan bahsetti. Ve o dönem ne kadar zengin bir sanat olduğunu fakat bunun kıymetinin bilinmediğini anladım. Ne de olsa skolastik düşünce yerini yeni yeni aydın düşünceye bırakacaktı. Afrikalı Leo daha çok bir gezginin hikayesi. Tarihte bir o yana bir bu yana sürüklendim. Hep savaşlara, vebalara, bitmek bilmeyen ayrılıklara değinen tarih yer yer içimi kararttı. Fakat Amin Maalouf eserlerinin fazlasıyla özgün bir şekilde ortaya koyduğu için bu iç karartmalara göz yumuyorum.
Afrikalı Leo
Afrikalı LeoAmin Maalouf · Yapı Kredi Yayınları · 202214,5bin okunma
·
28 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.