Ferril şöyle der:
'İmparator Honorius' hem eski, hem de günümüz tarihçilerince Roma'nın çöküşünün en büyük sorumlusu olarak gösterilir. Bunun nedeni, kısmen, Roma'nın 407-410 yılları arasındaki büyük utancının onun dönemine rastlamasıdır; madem ki bunu önleyememişti, elbette sorumlusu da o olacak tı. Bugün bizler de, yurttaşlar olarak yöneticilerimize bu çeşit bir ölçüt uygulamaktayız; geçmiş yöneticiler için de aynı şeyin yapılmış olması pekala akla yakın geliyor. Öte yandan, haklı olduğu halde yitirmek diye bir kavram varsa, bu, Honorius için geçerli olabilir. Honorius tam da bunu yapmış olabilir. Hiçbir şey yapmadığı için kendisine yöneltilen eleştirileri hak etmez, çünkü hiçbir şey yapmamak ona göre 'etkin' ve bilinçli bir yol izlemekti. 410 yılı Ağustos'unda Roma'nın kapılarından biri Alaric'in Vizigotlarına açılmasaydı o yöntem pekala işe yarayabilirdi... Belki, 408-410 yılları bunalımı sırasında Britanya'nın [Ek 2] kaynakları İtalya'nın ordusuyla birleşmiş olsaydı, yine Alaric'i yenebilirlerdi. Fakat... Honorius Alaric'i savaşa çekmeyi değil de, onu yorup tüketmeyi öngören bir taktik izlemeye kararlıydı.
Durum böyle olunca Alaric 410 yılında Roma'ya girdi ve kenti yağmaladı.
Bu yağma hareketi hem Hıristiyanlar için hem de Paganlar için çok büyük bir darbe oldu... Roma'nın düşmesi demek im paratorluğun düşmesi demekti. Hatta dünyanın sonu anlamına da geliyordu ... Paganların gözünde felaketin nedeni çok açıktı. İmparatorluğun başındaki uğursuzluklar Hıristiyanlık geliştikçe artmıştı... Hıristiyanlarsa bir çok yanıt üretiyorlardı ama hiçbiri inandırıcı değildi... Hıristiyanlar [demişti Augustinus] bu dünyadaki felaketlere kayıtsız kalıyorlardı. Hatta bunları, Tanrının inananları düzene sokmak ve saf bir kul yapmak için verdiği dersler olarak karşılıyorlardı.