Gönderi

Sultan Murad da yiğit, gözünü daldan budaktan esirgemez bir padişah imiş. Bağdat üstüne sefer eylemeye karar vermiş. O kavli kararında olsun, Murad’ın anası birgün padişah oğlunu huzuruna çağırmış, “oğlum Murad,” demiş, “sefere gidiyorsun Bağdat üstüne, hayırlı uğurlu, kademli olsun. Osmanlı büyük bir devlet, senin de yer götürmez askerin var, var ama Bağdat da yenir yutulur lokma değil, karşındakiler de epeyce güçlüler. Onun için sen sefere giderken, yolunun üstündeki Kırkgöz Ocağına uğramadan, onların desturunu almadan gitme. Kırkgöz Ocağından kime destur çıkmışsa onun kılıcı keskin, bahtı ak olmuş. Unutma bu öğüdümü. Şunu da unutma, sen bir büyük padişahsın,gurura kapılırsın, Kırkgöz Ocağının eşiğine giderken, Allah huzurunda nasıl olursan, orada da öyle dur. Ocağa giderken yedi kez toprağı öp. Üç eşik vardır ocakta üçünde de niyaza dur…” Sultan Muraddır, anasının hayır duasını aldıktan sonra elini öpmüş, askerini hazırlamış birkaç ay sonrada sefere çıkmış. Sefer çıkmış ya, o telaşe içinde her şeyi unutmuş, orduyu çekmiş taa Diyarbakıra kadar gelmiş. Diyarbakırda uzun bir süre kalmış. Oradan da bir türlü ayrılamıyormuş. Orduda dedikodu başlamış, amanın ha, biz Bağdada sefere mi, yoksa Diyarbakıra oturmağa mı geldik? Padişahın bütün bunlar kulağına gidiyormuş. Gidiyormuş da bir türlü yola çıkamıyormuş. Unuttuğu bir şey varmış gibi boyuna düşünüyor, kimseyle konuşmuyor, araştırıyormuş. Bir gün birden, hak demiş, çok şükür Allahıma buldum. Hemen seraskerini, vezir vüzerasını çağırmış, amanın Kırkgözün ocağının pirini bana bulup getirin, demiş. Seraskeri, vezirleri, olamaz Padişahım, Kırkgöz Ocağının piri ocağından çıkıp da hiçbir yere, çıkıp da kimsenin huzuruna varamaz, demişler. Senin padişah baban, dedelerin hep onun huzuruna gidip kılıç kuşanırlardı. Konyada Molla Hünkâr neyse Kırkgöz Ocağın pirleri de odur. Ve hem de ondan da bin beterdirler. Sultan Muraddır, gidin getirin , diye buyurmuş, ben Kırkgöz, bin göz dinlemem. Vezirler vüzeralar derin konuşmalara dalmışlar, Padişaha birkaç kez daha gidip yalvarmışlar, Padişahtır diretmiş. Vezirler ne yapmışlarsa olmamış, çarnaçar kalmışlar Kırkgöz Ocağına gitmişler, pire çıkmışlar, pir onlara demiş ki, ne için geldiğinizi biliyorum, Sultan Murada söyleyin, o kim oluyor da babasının, dedelerinin yüz sürdüğü ocaktan yüz çeviriyor? Vezirler bu sözler, bu keramet üstüne şaşıp kalmışlar, dönüp Padişaha gelmişler, işte Padişahımız hal keyfiyet böyle böyle demişler. Sultan Muraddır, azgın mı azgındır, ben de onun üstüne ordu çekerim demiş, varın söyleyin, pir midir nedir, ona. Vezirler daha son kapıda niyaza durmuşlarken pir gülmüş, gencecik de bir adammış: “Söyleyin Sultan Murada, ne kadar ordusu varsa, çeksin gelsin ocağımız üstüne,” demiş. “Onu çok deneyen oldu, hiç birisi de iflah olmadı.” Padişahtır öfkelenmiş, yeri göğü inletmiş, Bağdat ordusunu çevirmiş Kırkgöz Ocağının üstüne. O gün gök yüzünden bir tufan boşanmış, Nuh tufanı yanında yaz yağmuru gibi kalır. Aman Padişahım, yaman Padişahım, Padişahtır, gittikçe öfkeleniyor, yağmur dinmedikçe kuduruyormuş. Sonunda bir sabah yağmur durmuş, ordu da Kırkgöz pirinin üstüne harekete başlamış. Uzun bir ova geçmişler, karşılarına görkemli bir dağ çıkmış, ala karlı, sivri başlı, güzel,ceren gibi süzülen bir dağ. Vezirler, bu dağı aşarsak, Kırkgöz Ocağı onun arkasında demede olsunlar, dağ bir gürlemiş, ovaya aşağı ateşler saçarak yürümeğe başlamış. Padişahtır bunu görünce yere kapanmış, Kırkgözün piri, ben ettim sen etme, demiş. Tam bu sırada da ak bir güvercin önüne konmuş. Dağ durunca güvercin de uçmuş gitmiş. “Ordu dönsün Diyarbakıra, ben tek başıma Kırkgöz Ocağına gidiyorum.” Demiş Padişah. Tebdili kıyafet olaraktan, yanında seraskeri, sevgili vezirleri Kırkgöz Ocağının yoluna düşmüşler. Onlar ocağın aşağısına gelince bir çatırtıdır almış dünyayı, bir de gözlerini açıp bakmışlar ki, yer gök, dağlar taşlar, kayalar, mavi çiçeğe durmuş. Padişahtır atından inip yukarı doğru akan sudan aptest almış, ardından da yere kapanıp üç kez toprağı öpmüş. Dış kapıya kadar yedi kez aynı şeyi yapmış. O kapının önüne varınca kapı kendiliğinden açılmış. Muraddır hemen niyaza durmuş. İkinci, üçün kapıda da aynı işi yapmış. Kırkgöz Ocağı piri: “Yaaa Sultan Murad kalk ayağa sen gel şu yanımdan otur. Vezirlerin de dışarıda oldukları yerde kalsınlar.” Sultan Murad, ben tebdil bir adamım, sen nasıl oldu da benim sultan olduğumu bilebildin, diye soramamış. Ne kadar da gençmişsin pirim, daha bıyıkların yeni terlemiş, diyememiş. “Bağdadı fethetmek sana nasibolmuştur Sultan Murad, ne mutlu sana.” “Sağol pirim,” diye Sultan Murad bir daha toprağı öpmüş. “Yalnız sana bir diyeceğim var, bu dediğimden dışarı çıkarsan olmaz. Bu gece burada kalacaksın, yarın sabah erken yola düşeceksin, şu aşağıda Çukurovada Karaburçlu köyünde bir dul kadının oğlu vardır, Osman adında daha bıyığı terlememiş. İşte sen bu Osmanı alacak orduna katacaksın. Osman sana karşıdır, dağlarda gezer, zenginden alır fıkaraya verir. Dertlilere dermen çaresizlere güman olur. Bağdat zulüm elindeymiş. Fakir fıkara kan ağlıyormuş. Osmanıı alıp da orduna katmazsan Bağdadı zulüm elinden kurtaramazsın. Padişah: “Ben nerede bulabilirim ki dağlarda gezen asi bir Osmanı? Ben onu aramaya gitmesem olmazmı? Diye ricada bulunmuş. “Sen gitme” demiş pir de, “ben onu sana gönderirim.” Sonra pir durmuş Padişahın gözlerinin içine dikmiş gözlerini ondan kaçırmasa, gözleri onun şavkından yanıp kör olacakmış. Vezirler vüzeralar da gelmişler pirin huzuruna. Bu anda da dağdan çangal boynuzlu bir kırmızı geyik inmiş. Kırkgözün piri: “Sizin bu akşamki kısmetiniz bu imiş. Bağdat seferinin de kurbanıdır bu. Hoş kurbandır, kendi gelendir, gönüllüdür. Murat kendi eliyle kesecektir,” diye buyurmuş. Geyiktir kendiliğinden yere yatmış, Murat geyiğin boynuna çalmış bıçağı, başı bedenden ayırmış ya, bir damla kan akmamış. Geyiği avlunun ortasında yanan köz harmanında kebap edip yemişler. Padişah padişahken bile ömründe böylesine lezzetli, tekmil dağların çiçeklerinin rayıhasını taşıyan bir et yememişmiş. O gece orada, kuru yerde, közlerin yöresinde uyumuşlar. Orada uyuyanlar, kuş tüyü kutnu yataklarda uyuyanlar, böylesine tatlı bir uykuyu şimdiye kadar hiç uyumamışlar. Sabah erkenden tan yerleri ışırken geyik sürüleri gelmiş her günkü gibi, bacılar onları sağıp Padişaha sıcak sıcak ikram etmişler. Hiç kimse ömründe insanı böylesine esriklestirip, sevinçten uçuran bir içkiyi içmemişmiş. Padişahtır düşünmüş, böyle koskocaman, ülkelerin, dünyanın tek padişahı olacağıma, bu ocakta hizmetkâr olsam daha iyi olmaz mıydı, hey koca Allahım, demiş. Gözlerinden kanlı yaşlar dökerek, kaderdir başımızdaki, diyerek yola revan olmuş. Gelmişler Diyarbakıra, onlar Diyarbakıra ulaşamadan üç gün önce Osman Diyarbakıra varmış. Osmanı görünce vezirler dudak bükmüşler: “Bu bir çocuk, ne kadar da genç, Padişahım,” demişler. “ Biz bıyığı tarak tutmayanı nasıl orduya alır da Bağdada götürürüz?” Osmandır: “Bana bir tarak verin,” demiş, tarağı alınca üst dudağının üstüne saplamış. “Tarak tutuyor, gördünüz ya, diye gülmüş. Padişah onu orada iki gözlerinden öpmüş. Bağdada vasıl olmuşlar böylece. Savaş da Bağdat kapısında başlamış. Osmanın adı orduda Genç Osman olmuş. Ve ordunun önünde, yayından atılmış bir ok gibi savaşmış. Surların hendeğini ilk atlayan, kalenin kapısını ilk açan o olmuş. Kır atının üstünde durmadan usanmadan kılıç sallamış. Bir öğle vakti de, güneş Bağdat çarşısını yakarken bir kılıç gelmiş Genç Osmanın başını koparmış. Genç Osmandır, eğilmiş başını yerden almış, kellesi kucağında üç gün savaşmış. Onu böyle görenler, dost düşman korku içinde kaçışmışlar. Sonunda Bağdat düşmüş. Padişah kelle kucağında döğüşen Genç Osmanı üç gün Bağdat kalesinin burçlarından seyretmiş, savaş kesilince, bulun bana Genç Osmanı, demiş. Aramış taramışlar, ne Genç Osmanı, ne de onun atını bulabilmişler. Yalnız, onun kellesinin düştüğü yerde, rayihası dünyayı tutan her gün bir başka cins gülün açtığını görmüşler. O güller bugün de, orada, Genç Osmanın kellesinin düştüğü yerde her sabah gün doğarken açarmış. Kıyamete kadar da açacakmış, Bağdadın ortasında. Genç Osman Bağdat düşer düşmez, kellesi kucağında yola düzülmüş, doğru Kırkgöz Ocağına gelmiş, kapıda durmuş öyle atının üstünde dimdik. Kellesi yokmuş ki niyaza dursun. O da öyle durmuş orada, kalmış… Bu sırada pir işi anlamış dışarıya çıkmış: “Gazan mübarek olsun Genç Osman,” demiş, “var git yoluna. Bundan sonra bu ocak senin yüzü suyun hürmetine kan ocağı olacaktır, ölümcül yaralılar, can çekişenler bile gelse sağalıp gideceklerdir.” Genç Osman bu sözler üstüne atını üzengilemiş, Kırgöz Ocağının kapısından fırlamış çıkmış, şu yüce dağların mor dumanına karışmış gitmiş. İşte o gün bu gündür Genç Osmanın kır atı bu dağlarda dolanır durur derler.
Sayfa 306 - Görsel YayınlarKitabı okudu
·
92 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.