Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

83 syf.
·
Puan vermedi
·
10 saatte okudu
İyi akşamlar korona mağduru herkes! Artık bir süre uzaklaşacağız sizinle sanırım… bilgisayar başına sizinle sohbet etmek için otururdum şimdi makale yazmaya… bilgisayar bu harika tadı vermeyecek. Ama şu şarkı sizi çok harika yerlere uçurabilir. Çok seksi bir şarkı. Bunu dinleyerek yazacağım incelemeyi, kitap da bir o kadar seksiydi çünkü. Şarkımız; End of an Era- Michelle Gurevich. Açtıysanız başlayalım mı incelemeye? Güzel bir parça dinlediğimizde keşke ben besteleseydim ya da yazsaydım deriz, biri bir fikir atar ortaya keşke benim aklıma gelseydi deriz ya da bir kitap okuruz keşke ben yazsaydım deriz. Ben bu kitap için keşke yazsaydım demiyorum ki böyle dediğim çok kitap oldu ama bu sefer şunu diyorum: “bir kitap yazsam kesinlikle böyle bir şey yazardım.” Hayır Diana ne haddine! Koskoca Gustave Flaubert yazmış bu kitabı. Hem de daha 17 yaşındayken. Ne haddine! Kusura bakmayın fikrinizi almayı unutarak böyle bir düşünceye vardım… Kendimle çok benzettim açıkçası Gustave’ı. (soyadını yazmayacağım artık, kanki olduk) * Kendi kitabıma bir delinin anıları der miydim bilinmez ama alçaltıcı bir isim vereceğime eminim. İncelemeye gelirsek, bu kitabı ortaya çıkaran Maria’ya duyduğu aşk mı yoksa normal ötesi olması mı asla çözemedim. Kendimi de çözemiyorum zaten Bi’ dur be Diana! Tamam yahu, sizin aklınıza gelseydi ne yapayım… İşin şu tarafı da inkar edilemez ki kalemi çok etkileyiciydi. Çevirmen de harika bir not bırakmış ve çok değiştirmediğini söylemiş. İyi ki, Orhan Baltacıgil çevirmiş! Benim kalemim onun kadar etkileyici olur muydu, onun kadar aksettirebilir miydim hislerimi ve düşüncelerimi bilmiyorum. 20 yaşında değilken yazdığı bu otobiyografik yazısı, daha gençken yaşlanması bana beni hatırlattı. Ruh eşim 1880’de ölmüş. Ne şans!  Bu incelemede bol bol alıntı yapacağım. Söylemek istediklerimi hep bir sonraki sayfada buldum. Hem o eminim ki benden daha etkileyici anlatacaktır. “Demek ki, yaşamımın öyküsünü yazacakmışım. Ne yaşam ama! Sahi ben yaşadım mı ki?” Diye başladığı kitabı öldüğünde arkasında çalacak kilise çanlarıyla bitiriyor. Yukarıda da bahsettiğim gibi esas mesele Maria mı yoksa anomalik yapısı mı bilemiyorum ama özgürlük ve aşk bu kadar güzel anlatılırdı herhalde. Bi’ Camdaki Kız’ı okuyunca aşık olmak istemiştim, bir de bunu okuyunca... Yaşamının tanımını da yaşadığı olaylar olarak değil, düşündükleri olarak tanımlıyor. “ çocukken aşk düşleri görürdüm; genç adamken, başarı; yetişkin adam olduğumdaysa mezar, aşktan umudu temelli kesenlerin şu son aşkı. Aşk serüvenini çok güzel anlatmış. Adeta Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisi… Direkt alıntılayacağım: “bir kadının çıplak memesini görünce az kalsın heyecandan düşüp bayılacaktım. On dört, on beş yaşımızda, evinize gelmiş, kız kardeşten öte ama kız arkadaş da denemeyecek bir genç kıza duyulan aşk; ol altıya gelindiğinde, başka bir kadına, yirmi beşine kadar sürecek bir aşkla bağlanma; kim bilir sonrasında belki de evleneceğiniz kadına aşık olursunuz.” Kendisi de bu süreçleri yaşıyor aslında kitapta. Maria en sonuncusu ama kitabın en sonunda ben asıl şimdi aşık oldum ona diyor, önceden değilmişim. “ anlatmak için hiçbir lisanın var olmadığı o şeyleri sözcüklere nasıl dökebilirim, yüreğin duyumsadıklarını, ruhun kendisinin bile varlığından habersiz olduğu gizemlerin; size nasıl açıklayabilirim, o akşam neler hissettiğimi, neler düşündüğümü, beni zevkten uçuran bütün o şeyleri.” Hak veriyorum kendisine bazen. Gerçekten yaşanılan o hissi, sadece aşk olması da gerekmeyebilir, yoğun yaşanılan herhangi bir histe de dünyalık kelimeler eksik kalabiliyor. “ sevmiş olmak, gökyüzünü düşlemek bir canlının sahip olabileceği en saf, en yüce ne varsa, onları görmüş olmak, sonra da tutup, tenin bütün o hantallığına, bedenin bütün o bezginliğine bağlanıp kalmak. Göğe kanatlanmayı düşlerken, çamura saplanmak! Alıntılamak istediğim ve aşk tanımı üzerine konuşmak istediğim çok şey var ama daha fazla uzatıp sıkmak istemiyorum sizi. * Son olarak özgürlük tanımından bahsetmek istiyorum ama, platonik şekilde Maria’yı sevmesi, berbat okul hayatı ve farklı olduğunu her alanda düşünmesi karşılığını alamaması ve alay konusu olması hadiselerinden sonra yaptığı tanımlar beni asla şaşırtmadı. “Demek sen, özgürsün öyle mi! Oysa doğduğun anda babanın bütün sakatlığı sana geçmiş oluyor, daha ilk günden, bütün kusurlarının, hatta bütün ahmaklığının tohumlarını taşımaya başlıyorsun, en başında içine işlemiş oluyor o kısıtlı tartı ve ölçü, dünyayı, kendini ve çevrende ne varsa her şeyi onlara dayanarak yargılıyorsun.” Bu hırsını ergenlik ateşine ve artan testosteron hormonuna bağlıyorum… (naçizane yorumum) “madem ki seni yöneten, her zaman iyilik duygusuymuş, öyleyse kötülük elinden gelmiyor olmalı.” Kitabı bir çırpıda bitirip, altını çizdiğim yerlere (neredeyse tüm kitap) geri döndüm. Sıcağı sıcağına da inceleme yazmak istedim ki unutmayayım. Madam Bovary’yi de en yakın zamanda alıp okumak istiyorum. Gustave oralarda neler yapmış bakalım. Sizlere de keyifli okumalar.
Bir Delinin Anıları
Bir Delinin AnılarıGustave Flaubert · Karbon Kitaplar · 20192,107 okunma
··
28 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.